(Şizofrengi 1992; 1: 23-24)
(Phil Brown’un Marxist Psychology‘sinden bir başlığın Şizofrengi’de (sayı 1; 1992: 23-24) yayımlanmış çevirisidir. O dönemin ruhuna uygun bir yazıydı; çeviri de acemilik zamanlarıma denk geldi. Son cümlesi Şizofrengi’nin mottosu oldu.)
“Herşey bir yana, kendi kendine intihar edilmez”
Artaud, Van Gogh’a yapılanlara ilişkin düşüncesini anlatmak için “Van Gogh: Toplumun lntihar Ettiği Adam”ı yazmıştı. Radikal gerçeküstücü deliliğe teslim olm

uştu, çünkü düşman oydu. “Düz dünya”yı yabansılayan yeni bir dünya için savaşan Artaud, kendisinin, Van Gogh’un ve türdeşlerinin (türdeşlerimizin?) deha olmanın acısını çektiklerini düşünüyordu.
“Bu yüzdendir ki kokuşmuş toplum, önsezi yeteneklerinden rahatsız olduğu kimi üstün aydınlanışların sorgulamalarından korunmak için psikiyatriyi icat etti.”
Toplum, herkesin yaşamında karşılaşabileceği bu üstün aydınlanışlardan dolayı şaşırmış ve canlıydı.
“Hayır. Van Gogh deli değildi, tersine, atom bombaları, ateş saçan silahlardı onun tabloları; görüş açıları zamanının kabul gören diğer bütün tablolarıyla karşılaştırılırsa, Üçüncü Napolyon’unki denli Thiers, Gambetta, Felix Faure’un dalkavuklarını da, İkinci İmparatorluk burjuvazisinin yeni kabuğundan çıkmış konformizmini de ciddi biçimde rahatsız edebilecekti.”
İlk kez psikiyatri imparatorluğunun ayrımına varmamızı sağlayan yalnızca Van Gogh değil, aydınlığın her alanda yıkımıdır da.
“Van Gogh ‘un durmadan parlayan ışıltısına karşılık, psikiyatri, insanlığın en ürkütücü sıkıntılarını, bunalımlarını geçiştirmek için yalnızca gülünç bir terminolojisi bulunan, kendi kendilerini saplantıya ve kuşkulara düşürmekten başka işleri olmayan bir goriller yuvasından başka bir şey değildir . “
Ancak, psikiyatrinin terminolojiden daha fazla bir şey olduğu da açık. O, ana babaları ziyaret edip dördüncü sınıftaki çocuklarının neden kahve içtiğini soran okul psikologudur. O, ciltli psikoloji kitaplarına sakladığı, kendilerine yeten hiçliklerinde güvenli devlet memurlarının, yalnız ev kadınlarının uyumlulaştırılmasıdır.
“Psikiyatri, hastalıkların kaynağında günahı görmekten vazgeçmek istemeyen, kendi hiçliklerinden koparılmış aşağılık insan yığınlarından doğmuş, dehanın özündeki haklı isyan dürtüsünü kökünden söküp atmaya çalışan bir tür muhafızdır. İsviçreli bir muhafız. “
Kitlelere dönük, kitleleri harekete geçiren -delileri zindanlara yuvarlayan- psikiyatri. Ve biz, hiç kimse duymasa da, duyacak bir şey olmadığını düşünse de haykırmayı bırakmayan; tanımlanmış, rolü belirlenmiş, şaşkın bir insanın ötesinde, delinin ne olduğunu bile bilmiyoruz. Söyleyişler, haykırışlar anlaşılabilir, yanlış da olsa. Yetenekli, yeteneksiz. Yaşamı soluyun, sonra da ayaklanın! Fahrenheit 451’de psikiyatristler beyinlerinizi tüketerek yol alırlar. Sonra kınandıklarında “Sahiden” gücenirler. Lobotomiler geri geliyor, dergilerde görebilirsiniz bunu. “Zavallı Van Gogh’a çok benziyorum. Artık düşünmüyorum, ama her gün giderek incelen içsel çalkantılarla uğraşıyorum. Herhangi bir doktorun gelip beni görmesini, kendimden bıktırana değin bana sitem etmesini isterdim.”
Sizi bıktırmaktan kaçındıkları için sizi kendi kendinize bıktırırlar, kendi tasarılarınızla hem de. Kendi tasarınızsa, önemi yok.
“Ve Dr. Gachet’yle Van Gogh’ un kardeşi Teo arasındaki konuşma, kokuşmuş ailelerin hastayı getirdikleri tımarhanenin yöneticileri ile “hasta” üzerine yapılan gevezeliklerin herhangi birinden başka bir şey değildi. “
Artaud ve diğerlerinin ve başka birçoklarının dediği gibi, resim Van Gogh ‘un silahıydı. Bizim silahlarımızsa genellikle kılık değiştirmiştir ama kafalarımızın girintilerinde ayırt ederiz bunu, oradaki özgürlük düşleri ne yapacağımızı söylerler bize.
“Kim ki ateşlenen bombanın kokusunu almaz, baş dönmesini baskılarsa, onun canlı kalmasına değmez.” Ama yine de bu bir değer sorunu değil, gerçek bir işleyiş ve varoluş sorunudur. Biz böyle bir koku alıyoruz. Laing kimin daha çılgın olduğunu sormuştu; içinde bomba olduğunu iddia eden mi, yoksa gerçekten bomba atma gücüne sahip olan mı? Böyle bir koku almaya devam ediyoruz. Bomba içimizdedir; yabancı bir elementin, bir ağır gazın girişine hazır, temizlenmiş bir atmosfere benzeyen bedenimizde dönüp duruyor.
“Her şey bir yana, kendi kendine intihar edilmez”
Hiç kimse, hiç bir zaman kendi kendine doğmadı.
Ne de hiç kimse kendi kendine öldü.
Ama intihar olgusunda bedeni doğal olmayan bir harekete zorlayan, kendi yaşamını yadsımaya götüren bir kötülükler ordusu işbaşında olsa gerek.”
Kendi kendine ölüm yüceltilemez, çünkü kendi kendine ölüm diye bir şey yok. Ortaçağdaki kentlerin ortasında hiç soylu, yabanıl bir şizofreniğin dolaştığı görülmedi.
Bütünüyle kuşkudayız.
Phill Brown, Marxist Psychology‘den
Tartışma
Yorumlar kapatıldı.