PsikeArt, Mayıs Haziran (22) 2012 (mizah), sa. 14-19
Giriş
PsikeArt’tan “Mizah” konulu bir yazı istendiğinde (daha doğrusu, Emin Bey “mizahla ilgili bir yazı” istediğinde), aklımdan “’Gülme’ sayısına zaten yazmamış mıydık? Bu ‘mizah’ da nereden çıktı?” diye geçmedi değil. Ve belki de bu nedenle, ama belki de “başka işler vardı”, “zaman yoktu”, “Emin Bey sayıyı bir şekilde kotarır”, vb. nedenlerle, konuyu unuttum gitti. Yazı gönderme süresi bitmiş ve ben, kimi zaman zihnimi -belli belirsiz- meşgul eden bu görevin geçip gitmiş olmasından dolayı tam rahatlamıştım ki, Emin Bey’in kısa mesajı geldi: “İyi aksamlar hakan yazini acele bekliyorum.”
Gülsem mi, ağlasam mı, bilemedim. Bu saatten sonra oturup yazmaya başlasam komedi, yazı göndermemekle Emin Bey’e yaşattığım şeyse, bir trajedi gibi görünüyordu. Acaba traji-komik bir şey yapabilir miydim? Yaptım: Bu saatten sonra oturup yazdım, yayımlanmama olasılığını unutmadan, suçluluk hissinden kurtulmanın başka yolunu da bulamadan…

Önce gülme sayısı için yazdığım yazıya ve topladığım makalelere yeniden göz attım. Orada “İncelikli Gülme: Mizah ” alt başlığı altında yazdıklarım üzerinde durdum ve şöyle bir plan çizmeye karar verdim: Önce duyguların toplumsal işlevini özetleyecek, sonra mizahın bu işlev içindeki yerini göstermeye çalışacaktım. En sonunda da mizahın pek üzerinde durulmayan karanlık yönleri; etnik ve cinsel aşağılama mizahı üzerinde kısaca duracaktım. Aşağıdakiler bu plan dahilinde toparladığım bilgilerden ibarettir. “Yayın yönetmeni” ne düşünür bilmiyorum ama, derginin çıkış amacı insanları bilgilendirmek ve onların hoşça vakit geçirmelerine yardımcı olmaksa, bu yazı, okunup geçilmiş ya da atlanmış olma olasılığına karşı, “GÜLME” sayısında mizahla ilgili yazdıklarımı da içeren, dolayısıyla tekrarlar barındıran bir yazı olacaktır.
Duyguların Toplumsal İşlevi
Keltner ve ark.na göre (1998, 1999), duygusal düzensizliklerin toplumsal sonuçları incelenirse, toplumsal etkileşimlerin ya da ilişkilerin uyumlu olmasında duyguların nasıl bir işlev gördükleri daha iyi anlaşılabilir. Örneğin, hata yaptığında utanç duymayan çocuklar, genelde daha fazla toplum karşıtı davranma eğilimindedirler. O halde utanmanın bir işlevi de, kişiyi toplumsal normlara ve moral ilkelere teşvik etmektir. İnsanlar doğaları gereği toplumsal varlıklardır ve hayatta kalma sorunlarının birçoğunu toplumsal ilişkiler içinde giderirler. Duygular, söz konusu toplumsal ilişkilerin kurulması ve sürdürülmesiyle ilişkili sorunlara yönelik uyarlanma davranışları ya da çözümlerdir. Belli duygular (örneğin, kaygı, sevgi, arzu, şükran) ve duygulanım özellikleri (örneğin, olumlu bir duygulanım hali) kişilerin toplumsal bağlar oluşturmalarını sağlayan bireysel ve etkileşimsel davranışları geliştirirler. Sempati, öfke, kıskançlık, eğlenme ve utanma gibi kimi duygularsa, bireye ya da ilişkiye yönelik anlık tehditler karşısında toplumsal bağları sürdürmeye, korumaya ya da onarmaya yararlar. Dolayısıyla, duygular, bireylerin eylemlerini, etkileşimlerini daha fazla yeğlenen durumlara yönlendirmek üzere örgütleyen, dinamik ilişkisel süreçlerdir. Başka bir deyişle, duyguların yaşanması ve dışavurulması bireyler ve ilişkileri açısından yararlı toplumsal sonuçlar doğurur. Örneğin, utanmak, diğer kişide bağışlama hissine neden olur, böylece toplumsal sınırların aşılmasından sonra uzlaşmalara yönlendirir. Üzüntü ve sıkıntı, diğerlerinde sempati ve yardımcı olma hissinin artmasına yol açar. Gülme/gülümseme, yakınlaşma eğilimlerini canlandırır.
Özetlersek, duyguların yaşanması ve dışavurulması 1) etkileşim içindeki bireylere kendilerinin ve etkileşim ortaklarının duyguları, niyetleri ve ilişkiye yönelimleri hakkında toplumsal açıdan önemli bilgiler verir (öfkenin toplum içinde egemenlik ve düşmanlık durumuyla ilgili bilgiler taşıması gibi); 2) başkalarında da duygular uyandırarak, belli bir olaya yararlı tepkiler vermelerini sağlar (utancın bağışlanma uyandırması gibi), ayrıca, 3) başkalarını özendirici işlev görür, kişilerarası işlevlerin yapılandırılmasına yardımcı olur (annenin çocuğun olumlu davranışlarına karşı gülümseyerek o davranışın pekişmesine yol açması gibi). Gülme de bu başlık altında ele alınabilir; o, kendinden önce gelen toplumsal davranış için bir ödüldür. Bu yüzden de, daima gülme “efektleri” cümlenin sonunda bulunur.
Duyguların kişisel, toplumsal ve kültürel düzeylerde işlev görme biçimi de incelenmiştir (Keltner ve Haidt 1999). Bireysel düzeyde, duygular insanların farklı toplumsal ilişkileri, genellikle kendi yararlarına olma üzere, düzenledikleri ve sürdürdükleri görece otomatik, istemsiz ve hızlı tepkiler olarak düşünülebilirler. Duyguyla ilişkili belli fizyolojik ve bilişsel süreçler, bireyi toplumsal etkileşimlerde ortaya çıkan sorunlara/fırsatlara yanıt vermeye hazırlarlar. İkili ilişki düzeyinde, diğer kişilerin duygularını, inançlarını ve niyetlerini bilmeye, tamamlayıcı ve karşılıklı duygular uyandırmaya yarar; diğerlerinin toplumsal davranışlarını özendirir ya da engellerler. Toplumsal düzeyde, bireylerin grup sınırlarını tanımlamalarına ve grup üyelerini tanımalarına (identify), üyelerin grupla ilişkili sorunları halletmelerine yardımcı olurlar. Kültürel düzeyde ise, bireylerin kültürel kimliklerini üstlenmelerinde, çocukların kendi kültürlerinin normlarını ve değerlerini öğrenmelerinde kritik bir rol oynarlar. (Bu işlev kültürel ideolojilerin ve iktidar yapılarının somutlaştırılması ve sürdürülmesinde de kullanılır.)
Mizahın Toplumsal İşlevi (İncelikli Gülme: Mizah)
Peki, duygular yapmaları beklenen bu işlevleri nasıl yerine getirmektedirler? Bu soruyu, gelişimsel süreci içinde yanıtlamaya çalışalım (Ziv 2010): Diğer hayvanlardan daha uzun süre bağımlı olmak zorundaki insan yavrusu gelişimi sırasında anneyle arasında giderek karmaşıklaşan bir alma-verme ilişkisi geliştirir. Bu iletişimin konuşmadan önceki, hatta doğumda ortaya çıkan ilk işareti “ağlama”dır: “Ben rahat değilim.” Gülümseme ise ilk olumlu iletişim biçimidir: “Kendimi iyi hissediyorum.” 8. haftada seçici toplumsal gülümseme ortaya çıkar; bebek anne babasına gülümserken yabancılara gülümsemez. Buralardan başlayarak, mizahı kişilerarası ilişkileri açmak için bir anahtar olarak kullanmaya başlarız. Kişi bir gruba kabul edilmek istiyorsa, kendisini olumlu bir bakışla sunmaya çalışacaktır. Bu durumda mizah duygusuna sahip birinin tartışmasız üstünlüğü vardır. Eğer kendi mizahına gülebilirse, kabul edilme şansı daha yüksek olacaktır. Sevgi ve bağlanma isteği dışında, grupta statü elde etmeye de çalışırız. Hemen her grupta var olan bir rol, “soytarı” rolüdür. Soytarı bir takım işlevleri yerine getirir ve bu işlevler sayesinde kişi yeterince saygın bir konum kazanır. Böylece mizah bireyin toplumsal hiyerarşi basamaklarını tırmanmasına, yaptırımlardan da kaçınmasına yardım eder. Grupta riske girmeden “havayı koklamasını” sağlar. İlk zamanlardan beri gülme, grup üyeleri açısından bir güvenlik halini göstermektedir; artık tehlike beklenmemektedir ve hep birlikte kuşku duymadan eğlenmeye devam edebilirler. Kişilerarası mizah, iletişimin çarklarını yağlar ve toplumsal ilişkilerin en az düzeyde çatışmayla tesis edilmesine izin verir; bir grupta mizahın başlıca toplumsal işlevlerinden biri gerginliğin ve çatışmaların azaltılmasıdır. Bunlar her grubun hayatının doğal ve kaçınılmaz parçalarıdırlar, fakat uzun süre devam ederlerse, grubun hayatını ve esenliğini tehlikeye düşürürler. Nasıl ki gerginlik ve çatışma bölünme ve ayrılık nedenleriyse, mizah ve paylaşılan gülme de toplayıp birleştiren etkenlerdir. Paylaşılan gülme yaşantısı grupta haz duygularını artırır ve grubun çekiciliğini yükseltir. Mizah, grubun moralini yükseltir ve aralarındaki bağları güçlendirir. Ortak bir dil yaratır. Grubu kaynaştırır. Mahrem şakalar belli bir ölçüde yabancılara karşı bir savunma, bazen de bir saldırı olarak kullanılır. Mizah grubun sosyal yapısına katkıda bulunur: hem hiyerarşiyi vurgular, hem bulanıklaştırır. Grup normlarının korunmasında rol oynar. Sadece hiyerarşide değil akranlar arasında da mizah karşılıklı uygunluğu ve hatta çekimi belirlemenin bir yoludur.
Mizahın biz insanları toplumsal bir dayanışma içinde bir araya getirdiği ve başkalarına yönelik keyifli duygularla doldurduğunu söylerken, aynı zamanda güçlünün zayıf üzerindeki bir “zafer çığlığı” (Hobbes) olduğunu da hatırdan çıkarmamak gerekir. Çünkü mizah, birinin gruptan dışlanmasının da bir yolu olarak uygulanabilir. “Dışardakiler” olmadan “içerdekiler” olmaz. Mizah kaynaştırdığı kadar, böler de; grup dışında kalanları uyarır: sınırları ihlal etme.
O halde, gülmenin neşeli havası, onun çeşitli şekillerde ve çeşitli yetkelerce kullanılabilme özelliğini görmemizi engellememelidir. Bergson’un belirttiği gibi, mizah “eğitir”. Toplumun beklentilerine ters düşen bir insanî fenomen, cezayla karşılaşacaktır, yani bu durumda bu ceza, gülme anlamına gelir. “Gülme insanların davranışlarındaki ve çeşitli olaylardaki sapkın unsurları cezalandıran ve eleştiren bir toplumsal tepkidir.” Bu tepki söz konusu davranışın tekrarlanmasını önleyecektir.
Öte yandan, yakınlarımıza yönelik saldırgan esprilerimizin bir kaynağının da haset olduğuna dikkati çekmek gerekir. Çünkü genel olarak, öteki kişinin daha iyi toplumsal konumuna haset duyarız. Bu şekliyle haset, gülmenin tarihini biçimlendirmede çok önemli bir rol oynar, belki de en önemli rolü. Espriler, aynı zamanda, topluma hasedin olumsuzluğunu boşaltma imkânı verir.
Özetlersek, mizah, toplumsal bir varlık olarak insanların birbirleriyle etkileşimlerinde kimi kritik işlevleri yerine getirmektedir: toplumsal etkileşimin kolaylaştırılması; rağbet görme (popüler olma) ve arkadaşlık; saldırganlığın toplumsal olarak kabul edilebilir şekilde dışavurumu; girişken/baskın etkileşim tarzlarına aracılık etmek. Nitekim, bütün yaş gruplarıyla yapılan çalışmalar mizahı başlatan insanların genellikle topluma daha fazla katıldıklarını ya da akranları tarafından daha sosyal olarak değerlendirildiklerini göstermektedir. Sonuçta mizah duygusu bu duyguya sahip olmayanların karşısında sağladığı rekabet üstünlüğünden dolayı evrilmiş ve tüm insan topluluklarında yayılmıştır. Bugün artık insan ırkının kesinlikle mizah duygusu olmayan çok az üyesi vardır. Bu nedenle, başka birinin kafasının içinde mizahî bir olay sırasında olup bitenlerin anlaşılması, Homo sapiens’e üyelik için zorunlu bir koşuldur.
Mizahın sadece kişileri değil, toplumu da değiştirmesi için sanatlar ve kitle iletişim araçlarından yararlanılır. Her baskı rejiminde bir tür yeraltı mizahı bulunur: ezenlerin zararına olmak üzere ezilenlerce paylaşılan gülme, korkuyu azaltır ve insanların hayatlarını sürdürmelerini kolaylaştırır. Totaliter rejimler kendilerine karşı olan mizahın gösterilerini önlemekle muhtemelen kendilerine zarar vermektedirler, çünkü gülme, gerginliğin ve düş kırıklıklarının boşalması için bir emniyet vanasıdır.
Aşağılayıcı Mizah
Aşağılayıcı mizah (yani ırkçı veya cinsiyetçi mizah), bir kişiye ya da toplumsal gruba aşağı bir nitelik atfeden, onları küçümseyen, kötüleyen mizah türüdür (Ford ve Ferguson 2004). Bu kişi ya da grupla ilgili klişeler yaratır, bunları pekiştirir, böylece onlara karşı önyargıları devam ettirir. Mizah, ciddiye alınmaması gerektiği mesajını ilettiğinden, aşağılayıcı mizah karşı çıkmanın/eleştirinin önünü tıkayarak hedefini aşağılar.
Yapılan çalışmalar aşağılayıcı mizahla karşılaşmanın olumsuz klişeleri/önyargıları yaratmadığını, ancak, olumsuz toplumsal sonuçlar doğurduğunu göstermektedir, çünkü ayrımcılığa karşı toleransı artırmaktadır. Sosyal normlar, önyargının dışavurulmasında önemli rol oynarlar. Aşağılayıcı mizah ayrımcılığın tolere edilmesiyle ilgili normatif bir iklim yaratır. Böylece, bir toplumsal denetim aracı işlevi görür, toplumdaki egemen grubun üyelerinin ayrıcalıklı konumlarını sürdürmelerine izin verir. Örneğin, cinsiyetçi mizah erkekler ile kadınlar arasındaki güç eşitsizliklerinin sürdürülmesine olanak sağlar. Araştırmalar ayrımcılık olaylarına karşı tolerans artışının önyargı düzeyi yüksek kişilerde ortaya çıktığını göstermekteyse de, sonuçta ayrımcılığa normatif toleransın geliştiği bir atmosfer ortaya çıkmaktadır, çünkü:
- Mizahi iletişim, konuşmanın espriyle ilgili kuralını etkinleştirir, böylece olağan, ciddi zihiniyet halinden ciddi olmayan, mizahi bir zihniyet haline geçişi öngörür.
- Mizahın alıcısı, mizahın zımnen ilettiği örtük bir normatif standarda razı olur, zira hedef alınan gruba karşı ayrımcılığın ciddiye alınmasına gerek yoktur.
- Bu yeni norm (ayrımcılığa karşı toleransla ilgili bu mizahi durum), kişilerin kendilerini yeniden ayarlamaları için başvuru çerçevesi olur, aşağılanan gruba karşı ayrımcılığa tolerans düzeyi yükselir.
İletişim sürecinde ortama gönderilen mesajın edilgin bir şekilde alımlanmadığı, öznelerin kendi içsel düzeneklerinin (tutumlar, inançlar, görüşler, vb.nin) de süreçte etkili olduğu bilinmektedir. Aşağılayıcı mizah da kişilerde önyargı düzeylerine göre karşılık bulmaktadır. Örneğin, aşağılayıcı mizaha karşı toleransı yüksek olan ve daha fazla önyargılı oldukları belirlenen kişilerin, önyargılı olmayan görüşleri daha zayıf bir şekilde içselleştirdikleri, önyargısız davranmak için grup normları gibi dışsal güçler tarafından özendirilmelerinin gerektiği bulunmuştur. Yobaz birinin başrol oynadığı yergili bir TV dizisini neden beğendikleri sorulduğunda, önyargısı yüksek kişiler kahramanın hedef aldığı gruplara karşı tavrını beğenilerine örnek olarak gösterirken, önyargı düzeyi düşük olanlar bizzat kahramanın kendisinin hicvedilmesini örnek göstermişlerdir. Mizahın algılanma biçimi, mizahı yapanın niyetlerine göre de farklı biçimlerde yorumlanmaktadır. Kötü niyet, yargılanır ve eleştirilir. Niyet ise, mizahçının grup üyeliğine dayanarak açıklanır. Gene, aşağılayıcı mizah aşırıya kaçarsa, ciddiye alınmama olasılığı artar. Son olarak, mizah malzemesinin algılanmasının başkalarının tepkilerinden de etkilendiğini belirtmek gerekir. Örneğin, diğerlerinde gözlemlenen onaylama ya da onaylamama işaretleri, aşağılayıcı mizaha gösterilen tepkiyi de değiştirir.
Aşağılayıcı/düşmanca mizah kasıtlı bir mizah türüdür, bir amacı vardır (Ferguson ve Ford 2008). Düşmanca mizahın örtülü amacı, bir hasma saldırmaktır. Mizahın masum niteliği yıkıcı dürtüleri maskeler, toplumun içimize yerleştirdiği engellenmelerin arkasından dolaşır. Düşmanca bir içgüdünün, yolundaki engellere rağmen, doyurulmasını kolaylaştırır. Sonuçta olumlu bir politik işlev görür. Freud’a göre “kasıtlı şaka üç kişi ister: şakayı yapana ek olarak düşmanca/cinsel saldırganlığın nesnesi olarak alınan bir ikinci ve şakanın zevk verme amacının doyurulduğu bir üçüncü.” Üstünlük kuramına göreyse, mizah, kişinin başkalarının zaaflarını/talihsizliklerini ansızın fark etmesinden dolayı hissettiği zafer/üstünlük duygusundan doğar, çünkü mizahi durum benlik değerinin artmasına neden olmuştur. Platon ve Aristo gibi eski Yunan filozofları ile Hobbes gibi kuramcılar bu görüşten yanadır. Bir diğer açıklama, toplumsal kimlik kuramından gelir: Kimliğe tehdit algısı aşağılayıcı mizaha, o da kendisini/grubunu diğerlerinden farklı ve üstün görmeye, yani, olumlu ayırt ediciliğe ve sonuçta eğlenmeye yol açar. Örneğin, çoğunluk grupları ırksal/etnik azınlıkların toplumsal üstünlükleri tarafından tehdit edildiklerini hissederlerse, azınlıkları yetersiz olarak gösteren etnik şakalar anlatırlar. Dolayısıyla aşağılayıcı mizah olumlu ayırt ediciliği besleyen/sürdüren bir kültürel araç işlevi görür. Toplumsal kimliği ve grup içi dayanışmayı güçlendirir.
Cinsiyetçi Mizah
Psikanalize göre her espri içinde bir saldırganlık öğesi taşır. Freud’a göre mizah, anlatıcıyı düşmanlıklarını daha yıkıcı yollarla dışavurmaktan alıkoyan güvenli bir çıkış yoludur. Bilinçdışı bastırılmış saldırganlık itkilerinin basıncının mizah yoluyla serbestleştirilmesinin sadece mizah yapanı değil, dinleyenleri de velakeleten arındırması beklenir. Aşağılama mizahının örnekleri olan Yahudi ya da “aptal sarışın” esprilerinin de , tıpkı düşlerde olduğu gibi, tabu konusu olan dürtülerle ilgili kaygıların yer değiştirme, yansıtma ve akılcılaştırma yoluyla azaltılmasına yol açtığı varsayılır. Mizahın himayesi altındaki güç dengesizlikleri; eski inanç sistemlerinin pekiştirilmesi, toplumsal değişimin engellenmesi ve mevcut eşitsizliğin korunması yoluyla sürdürülür.
Ancak, azınlık ve kadın hareketlerinin gelişmesiyle, mizahla ilgili egemen görüşlere meydan okumak mümkün olmuştur. Zira, mizahta da gerçekliği hem erkekler, hem de kadınlar için erkekler tanımlarlar. “Hoşça vakit geçirme” paravanı arkasında saklanan mizah, kadınları aşağılamak, değersizleştirmek ve bastırmak için kullanılan araçlar arasındadır. Mizahtaki kadın ve erkek tiplemeleri klişelerin yayılmasına, erkeklerin yüceltilip kadınların değersizleştirilmesine katkıda bulunur. Böylece, kadınlar için “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” durumu ortaya çıkar: Ya mizah duygusuna sahip olduklarını göstermek için gülmek ya da gülmeyi reddedip mizahtan yoksun sayılmak arasında kalırlar.
PsikeArt’ın “gülme” sayısında evrimsel açıklamaları sunarken erkeklerin daha fazla güldürdüklerini, kadınlarınsa daha çok güldüklerini söylemiştik. Ancak, feminist çalışmalar gösteriyor ki, şaka yapmak hiyerarşik bir eylemdir, grubun “ayrıcalık kodları”nı yansıtır; bazılarının mizah yapmasına izin verilirken, diğerlerine verilmez. Dolayısıyla, erkekler elbette daha çok, daha sık ve daha cinsiyet-temelli şakalar yaparlar. İşyerlerindeki mizah araştırmaları üst düzeydeki erkeklerin cinsel çağrışımları olan abartılı mizah gösterileri yaptıklarını, kadınlarında ketlendiklerini göstermektedir. Örneğin, bir psikiyatri servisindeki çalışmada,, üst düzey psikiyatrların alt düzeydekilere ve -hemşire ve personel gibi- diğer çalışanlara göre daha çok ve müstehcen mizah kullandıkları bulunmuştur.
Bu çalışmalar sonucunda etkin şaka yapan erkek ve alıcı bir şekilde gülümseyen kadın şeklindeki basitleştirici modelin son zamanlarda zemin kaybettiği görülmektedir (Katthoff 2006). Araştırma yöntemlerinin düzeltilmesi kadınların mizah etkinliklerinin daha fazla görünürleşmesine neden olmuştur. Mizah çalışmaları artık çarpıcı fıkralara gülme düzeyi gibi ölçümlerle değil, mizahı etkileşim halinde çözümleyen diyalojik söylem araştırmalarına doğru evrilmektedir. Örneğin, on beş yıl öncesine kadar kadın mizahçılar edebi mizah antolojilerinden neredeyse tümüylel dışlanmışlardı. Karikatür sergilerinde kadın çizerler yer almıyordu. Bu marjinalizasyonun mizahın aşağı bir konuma yerleştirilmesiyle ilgisi olduğu doğrudur. Çünkü en azından Rönesans’tan beri yükselen seçkin gruplar kendilerini nazik, incelmiş, bedenini disipline edebilen kişiler olarak kuruyorlardı. Akıl yüksek bir konum işgal ederken aptallık, komedi ve şaka kaos ve düzensizlikle eşleştirilmişti. Komedi bedeni çarpıtıyor, gülme mimikleri yüzü bozuyordu. Bütün bunlar kadınların sevimli, alçakgönüllü ve edepli olmasını isteyen toplumsal kadınlık politikasıyla bağdaşmıyordu.
Bu süreç içinde mizah pratiği başlıca dört alanda cinsiyetleştirildi (Kattloff 2006): statü, saldırganlık, toplumsal düzen ve bedensellik (özelikle de cinsellik). Yukarıda sözü edilen işyeri çalışmasında görüldüğü gibi, diğer insanları güldüren herhangi biri durumu geçici olarak denetim altına alır. Bu nedenle resmi ortamlarda mizah o durumdaki yüksek statüyle bağlantılııdr ve hiyerarşik sasyal yapıdaki egemenlik tarzını doğrular. Anılan psikiyatri servisindeki üst düzey iki kadın psikiyatristin araştırmanın yapıldığı resmi ortamlarda mizah yapmamasına rağmen gayrı-resmi ortamlarda çok iyi bir mizah dy-uygusuna sahip oldukları ve güzel şakalr yaptıkları gözlemlenmiştir. Burada, kültürel cinsiyet beklentilerinin rolü açıktır.
Mizah elbette asimetriyi azaltmak ve statü farklılıklarını gidermek için de kullanılır. Çeşitli biçimleriyle sataşma, alay ve taklit etmenin bir bileşimi olan mizahi saldırganlık, cinsiyetle de bağlantılıdır. Çoğu toplumda başkalarını aşağılamak nezaketsizlik olarak görülse de, mizahi/dolaylı saldırılar toplumsal nezaket kurallarını atlatmanın gizli yollarıdırlar, ayrıca tepki vermeyi de zorlaştırırlar. Bu konuda yapılan çalışmalar kadınların şakaların saldırgan potansiyellerinden çok saçma özelliklerinden hoşlandıklarını, aşağılama yerine işbirliği ve özeleştiriyi öne çıkardıklarını göstermektedir.
Etnik Mizah
Etnisitenin kendisi bir sınır meselesidir (Lowe 1986). Konrad Lorenz’e göre “gülme bir bağ oluşturur ve aynı zamanda bir sınır çeker.” Etnik şakalar “bir ulusun ya da etnik grubun toplumsal, coğrafi ve moral sınırlarını gösterir; belirsizlikleri azaltır ve sınırları netleştirir. Saldırganlık boyutu bir yana bırakılırsa, etnik mizahın grubun kimlik oluşumu ve dayanışmasında önemli bir rol oynadığı kabul edilebilir. “Şu şakayı biliyor musun?” basit sorusu bile kapalı bir mekan fikri yaratır.
Başkalarıyla gülerken bir biz-lik duygusu geliştirdiğimizden, gülme topluluğunun kendisi etnikleştirici bir fenomendir. Freud’un ileri sürdüğü gibi, şakalar, anlatıldıkları ve paylaşıldıkları bir toplumsal dünya gerektirirler.
Her durumda mizahın ikili bir toplumsal işlevi vardır: iktidardaki grup tarafından egemenliğini sürdürmek için kullanılan etnik mizah, baskıcı tarafa doğru yönelerek özgürleştirici bir silah haline gelebilir. Espriler/şakalar Freud’un kendi etnisitesiyle açıkça uğraştığı az alandan biri olmuştu. Ona göre şakalar aksi halde bastırılmış ya da “sansürlenmiş” kalacak olan bir düşüncenin mizahın kılık değiştirmesi yoluyla özgürleşmesini sağlar, böylece (boşta kalan) enerjiyi serbestleştirir ve neşe yaratırlar. Freud’da düş çalışması, yaratıcı çalışma, espri çalışması ve sanat yorumu üst üste biner. Hepsi de yoğunlaşma ve yer değiştirmeden, yani metafor ve metonimiden yararlanır. Bütün bu nedenlerle Freud’un mizah kuramının yeniden ele alınması, bir etnik mizah kuramı için çok önemli görünmektedir.
Apte’ye göre etnik mizah insan toplumlarında temeldir; etnosantrizm, grup içi övgü/grup dışı kınama, önyargı ve başkalarının hayat tarzlarına tahammülsüzlükten kaynaklanır. Bu mizah büyük ölçüde “aşırı cinsellik, kirlilik ve açgözlülük gibi istenmeyen toplumsal/kültürel özelliklerle mücadele etmeyi amaçlar ve çoğu kez de bu nitelikler etnik’e yansıtılır. Aşırı genelleştirme bu sürece yardım eder, grup içindeki çeşitlilik görmezden gelinir.
Sonuç Olarak
Bu yazıyı hazırlarken İngilizce kaynaklardan yararlandım. Nasrettin Hocaları, İncili Çavuşları, Karagöz ve Hacivatları, Orta Oyunlarını, Aziz Nesini, Gırgır Dergisini çıkarmış bir toplum olmamıza rağmen, yeterli Türkçe kaynağına ulaşamadım. Belki kullandığım veritabanlarıyla ilgili bir sorundur. Ancak, eğer değilse, ve yeraltı fıkra dünyamız, cinsiyetçi ve etnik espri zenginliğimiz düşünülürse, bu alandaki inceleme çalışmalarının eksikliği ortada. İleride hem kültürümüzün mizahi dokusunu psikolojik ve sosyal yönleriyle inceleyen -belki bu arada mizahımızın içindeki çeşitli unsurlarla kültürümüzün ve toplumsal kimliğimizin ilişkisi üzerinde de kafa yoran- çalışmalar yapılacağını umabiliriz. O zamana kadar şimdilik bu tür derlemeleri okuyup hayıflanmaktan başka yapacak bir şey yok. Bu yazıyı da “Gülme” sayısının son cümleleriyle bitirmek hiç de uygunsuz olmayabilir: “…gülmenin (ve mizahın, diye ekleyelim) tüm bu bireysel ve toplumsal işlevselliklerinin ötesinde bir şeyi temsil ettiğine dair bir sezgiden söz edilebilir. Bunun en özlü anlatımı olabileceğini düşündüğüm, Sanders’in alıntıladığı şekliyle, Bataille’ın aşağıdaki pasajı belki daha neşeli bir bitişe izin verebilir: “Sonunda, edindiğimiz bütün bilgilere rağmen, dünyanın hâlâ bütünüyle bilginin dışında kaldığını; yalnızca dünyanın değil, insanın varlığının da ulaşılamaz olduğunu algılarız. İçimizde ve dış dünyada, bilgi yoluyla aktarılmamış olan ve yerini bilginin yalnızca ulaşılmaz olarak tanımlayabildiği bir şey açığa vurulur. Kanımca, güldüğümüz şey budur.”
Tartışma
Yorumlar kapatıldı.