//
Şimdi...
Diğer Yazılar, Psikiyatri

FREUD’DA KEDER: “YAS VE MELANKOLİ”

(Başka Psikiyatri ve Düşünce Dergisi 2009; 2(1))

 

Gerçek erinç, durma zamanı geldiğinde devinimsiz durmak, gitme zamanı geldiğinde gitmektir. Böylece, dinlenme ile devinim zamana uygun olur. O zaman yaşamda ışık vardır.

I Ching ya da Değişimler Kitabı

Giriş

Başka’nın geçen sayısı (Kaygı) için Freud’da anksiyete kavramıyla ilgili bir derleme yapmıştım. Konusu “keder” olan bu sayıda, Freud’un 1915’te yazdığı ve Ricoeur’un deyimiyle, “hayranlık duyulası küçük denemelerinden biri” olan “Yas ve Melankoli” başlıklı makalesini özetlemek istiyorum. Bu makalede, genel görünümlerinden psikanalitik açıklamalarına değin, yas ve melankoliye dair anlatılanların büyük bölümünün bugün de önemli değişmelere uğramadan geçerliliğini sürdürdüğünü görmek ilginç olabilir. Freud, biyolojik psikiyatrinin alıp başını gittiği bugünleri önceden görmüş gibi, daha işin başında hemen melankolinin tek bir hastalık olduğunun gösterilemediğini ve klinik olarak çeşitli biçimler aldığını, bu biçimlerden bazılarının ruhsal olmaktan çok bedensel kökenli hastalıkları düşündürdüğünü belirtme gereği duyar ve kendisini ruhsal kökeni tartışılmaz olan az sayıda olguyla sınırlayacağını açıklar. Sonra melankoli ile yasın genel tablolarını karşılaştırır, melankolinin nasıl yasla aynı patolojik süreci paylaştığını ve farklılıklarını gösterir. Ayrıca bu makale, bir klinik tabloya dair açıklamaların ötesinde, Freud’un kimi temel kavramlarının şekillenme sürecini gösteren temel metinlerden biridir. Genel olarak, melankolinin benlik değerinin düşmesi, nesne kaybı ve özdeşleşme süreçleri ile ilişkileri üzerinde durur; üstben’e dair ilk kuramsal öncüllerini ortaya atar. Son olarak da melankolinin mani ile ilişkisine değinir.

freudda keder ilk sayfaPsikopatoloji

Başka Keder

  Freud’un yazının girişinde hatırlattığı gibi, görünüşte yas tutan bir kişi ile melankolik arasında fark yok gibidir: Yas her zaman sevilen bir kişinin ya da onun yerini alan ülke, özgürlük, ideal, vb. gibi bazı soyutlamaların kaybına duyulan tepkidir. Yas da melankoli gibi dış dünyadan ilginin kesilmesini, yeni bir nesneyi sevme yeteneğinin kaybını, o nesneyle ilgili etkinliklerden uzak durmayı içerir. Yas da gündelik hayattan aynı ölçüde uzaklaşmaya yol açar. Bununla birlikte, yas, melankoli gibi bir hastalık olarak değerlendirilmez. Yasın belli bir süre sonra geçeceğine güvenilir ve ona müdahale etmek gereksiz, hatta zararlı bulunur. Bu tablonun hastalık olarak değerlendirilmemesinin tek nedeni, yalnızca, nasıl açıklanacağını bilmemizdir.

  Bazı melankoli olguları da, sevilen bir nesnenin kaybına tepkidir. Farklı gibi görünen durumlarda bu kayıp daha az somuttur. Belki de nesne gerçekten ölmemiş, ancak, bir sevgiliden ayrılma durumunda olduğu gibi, bir sevgi nesnesi olarak kaybedilmiştir. Bazı olgularda ise kaybedilenin ne olduğu net olarak görülmez; hasta neyi kaybetmiş olduğunun bilinçli olarak farkında değildir. Kimi kaybettiğini bilmesine rağmen, neyi kaybettiğini bilemeyebilir.

  Yasta, melankoliden farklı olarak, gerçeği değerlendirme yeteneği nesnenin artık varolmadığını göstermiştir ve bir adım ileri giderek tüm libidonun bu nesneyle bağlarının geri çekilmesini talep eder. İnsanlar hiçbir zaman libidinal bir konumu gönüllü olarak terk etmek istemediklerinden, bu talep anlaşılır bir karşı koymaya yol açar. Normalde kazanan, gerçekliği değerlendirme yeteneği olur, ancak, bazen bu karşı koyma o kadar şiddetli olur ki, kişi gerçeklikten uzaklaşarak varsanısal bir psikoz yoluyla nesneye yapışmayı bile seçebilir. Gene de gerçek değişemez: “Melankoli bir libido yitiminin yol açtığı yastır.”

  Melankolide yastan farklı olarak görülen başka bir özellik, benlik-değerinin olağanüstü azalmasıdır. Hastanın ben’i büyük ölçüde güçsüzleşmiştir. Yasta dünya boş ve yoksul bir hale gelirken, melankolide ben’in kendisi değersiz, yetersiz ve aşağılık gelir. Bu değersizlik ve aşağılık duygusu her canlıyı hayata tutunmaya zorlayan dürtünün yenilmesi demektir; uyumak, yemek yemek anlamsızlaşır. İlk bakışta hasta haklı gibidir; ilgisiz, sevgisiz ve yetersizdir. Ancak, bu, görünüşte böyledir. Aslında melankoliğin kendisine yönelik suçlamalarının en şiddetlilerinin hastanın kendisinden çok başka birine; onun sevdiği, sevmiş olduğu ya da sevmesi gereken birine uyduğu gözlenir. O halde, kendisini suçlamalar özgün halinde sevilen bir nesneye karşı olan, oradan hastanın kendi ben’ine aktardığı suçlamalardır. Kendileri hakkında söyledikleri her şey temelde başka biri hakkında olduğundan, bundan utanmaz ve kendilerini saklamazlar. Ayrıca, kendileri gibi değersiz insanlara uygun düşecek bir alçakgönüllük tutumundan da uzaktırlar. Tam tersine, kendilerini tam bir baş belası haline getirirler.

 

Narsistik Nesne Seçimi ve Ambivalans

 

  Süreç yeniden kurulduğunda, bir zamanlar bir nesne seçiminin olduğu, libidonun belli bir insana bağlandığı görülür. Sonra bu insandan gelen gerçek bir küçük düşürme ya da düşkırıklığı nedeniyle nesne ilişkisi bozulur. Serbest kalan libido, başka bir nesneye aktarılmak yerine ben’e geri çekilir. Böylece, ben ile nesne arasında bir özdeşleşme kurulur: Ben’e nesnenin gölgesi düşer (abç). Bundan böyle ben sanki bir nesne, terk edilmiş bir nesne gibi özel bir etken tarafından değerlendirilmeye başlar. Bu yolla bir nesne kaybı ben kaybına, ben ile sevilen nesne arasındaki çatışma da, ben ile özdeşleşmelerin oluşturduğu ben arasındaki bir yarığa dönüşür. Hastanın ben’inin bir kesiminin diğer bir kesimine karşı eleştirel ve yargılayıcı bir tutum takındığının gözlemlenmesi, bu yarığı anlaşılır kılar. Aslında gözlemlenen şey, ben’den ayrılan bir eleştirel etkenin varlığıdır; yani, “vicdan” denen şey.

  Böyle bir sürecin ortaya çıkabilmesi için bir yandan sevilen nesneye güçlü bir bağlanma, öte yandan söz konusu nesne seçiminin narsistik bir temelde olması gerekir. Öyle ki, engeller çıktığında nesne yükü narsizme gerileyebilsin. Bu durumda sevilen insanla çatışmalara rağmen sevgi ilişkisinden vazgeçilmesi gerekmez: Özdeşleşme nesne sevgisinin yerine geçer. Ben’in ilk nesne seçiş biçimlerinden biri, başka bir deyişle, nesne seçimine bir hazırlık evresi olan özdeşleşmede, ben, bu nesneyi içine almak; içinde bulunduğu oral libidinal evreye uygun olarak, onu yiyip yutmak ister. Abraham’a göre, ağır melankoli biçimlerinde rastlanan yemek reddi, bu bağlantıyla açıklanabilir. Ricoeur bu içselleştirme; kaybedilen nesnenin içimize böylesine yerleşmesi sürecinin, bencil bir ilkeden çok, ötekinin varlığını ben’in içinde sürdürme tavrı olarak açıklar ve Freud’la birlikte şöyle der: “Aşk, ben’in içine kaçarak sönümlenmekten kurtulur.”

  Bir sevgi nesnesinin kaybı, ilişkilerdeki çifte-değerliliğin (ambivalansın) açığa çıkması için de eşsiz bir fırsat sunar. Eğer nesneye yönelik sevgi, narsistik özdeşleşmede olduğu gibi, vazgeçilmesine karşın vazgeçilemeyen bir sevgiyse, bu nesneye kötü davranan, aşağılayan, acı çektiren ve bundan sadistik bir doyum bulan bir nefret işlemeye başlar. Melankolide -neredeyse- keyif verici bir hale gelen kendine eziyet çektirme tutumu, öznenin kendi benliğine dönmüş olan sadizm ve nefret eğilimlerinin bir doyumu anlamına gelir. Böylece hastalar bir yandan kendilerini cezalandırma yoluyla ilk nesneden intikam almayı, öte yandan hastalıkları yoluyla sevdiklerine işkence etmeyi başarırlar. Melankoliyi bu kadar ilginç ve tehlikeli kılan intihar eğiliminin çözümü de bu sadizmde saklıdır. Ben kendisine bir nesne olarak davranabilmesi; dış dünyadaki nesnelere düşmanlığını kendisine yöneltebilmesi sayesindedir ki, hayatı geliştiren itici güç olan benlik sevgisini bile yenilgiye uğratarak kendi yıkımına razı olacak hale gelir. Ricoeur’un belirttiği gibi: “Melankoli vakası bizi üstben’in el altındaki tüm sadizmi ele geçirdiğini, yıkıcı bileşenin üstben’e sığınıp ben’e karşı yöneldiğini düşünmeye çağırıyor” Freud’dan alıntıyla: “Şimdi üstben içinde hüküm süren, arınmış bir ölüm dürtüsü kültürüdür sanki…”

 

Melankoliden Maniye

 

  Melankolinin açıklanması gereken başka bir yönü de, maniye dönüşme eğilimidir. Psikanalitik çalışmalarda genel izlenim, manideki hastanın getirdiği malzemelerin melankolidekinden farklı değilmiş gibi görünmesidir; buradan her iki hasta grubunun da aynı “karmaşa”yla uğraşmakta oldukları sonucu çıkar. Aradaki fark muhtemelen melankolide ben yenilgiye uğramışken, manide yengi kazanmış olmasıdır. Bu iki klinik tablonun birbiriyle ilişkili olduğunu düşündüren diğer bir durum; sevinç, zafer ve keyif gibi duygular yaşayan kişilerle ilgili gözlemlerdir. Bunlarda sanki büyük bir ruhsal enerji harcaması bazı nedenlerle gereksiz hale gelmekte, böylece çeşitli boşalım uygulamaları için uygun bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu, uzun ve zorlu bir mücadele başarıyla bittiğinde kişinin hissettiği keyifli duygu boşalımına benzer; o an her şeyi yapabilceğini hisseder. Mani bu türden bir zaferden başka bir şey değildir, sadece ben bunun farkında değildir. Demek ki, manide ben, nesne kaybının üstesinden gelmiştir, böylece kendisinden çekilip “bağlanan” bütün karşı-yük enerjisi kullanılabilir hale gelir.

Fakat bu bir soruya yol açar: Normal yas da nesne kaybının üstesinden gelir, o halde yas süreci tamamlanınca neden bir zafer evresi görmeyiz? Çünkü gerçeklik, libidonun nesneye bağlılığını gösteren her anı ve beklentiye, onun artık varolmadığı sonucunu dayatır. Canlı olmanın getirdiği narsistik doyumlar, beni, yok olan nesneyle bağını koparmaya ikna eder. Ağır ağır gerçekleşen bu iş tamamlandığında, artık harcanacak enerji kalmamıştır.

 

Sonuç

 

  Melankolide de kaybedilen nesneye bağlanan libido yükünün çekilmesi gerekse de,  burada yastan farklı olarak nesne üzerinde sevgi ve nefretin birbiriyle çeliştikleri sayısız mücadele sürdürülür. Bir taraf libidoyu nesneden ayırmaya, diğer taraf libidonun bu konumunu sürdürmeye çalışır. Bu çabalar yasta da belli ölçüde bilinçdışı olmakla birlikte, söz konusu süreçler önbilinç üzerinden bilince ilerlemekte herhangi bir güçlükle karşılaşmazlar. Gene Ricoeur’a başvurursak: “Yas çalışmasında libido kendisine tüm bağlantılarından birer birer vazgeçme, yatırılmış enerjilerini geri çekmek yoluyla serbest kalma komutunu veren gerçekliğe itaat etmektedir.” Oysa melankolide bu yol kapalıdır. Ayrıca, nesneyle ilgili zedeleyici deneyimler, bastırılmış olan başka malzemeleri de harekete geçirmiş olabilirler. Sonuçta geri çekilen libido (başka bir deyişle, nesne sevgisi) ben’in bir bölümünde kendisine yer bulur. Ortaya çıkan manzara, ben’in bir bölümüyle eleştirel etken arasında bir çatışmayı gösterir. Yasın nesnenin öldüğünü bildirerek ben’i yaşamaya zorlaması gibi, ambivalan bir çatışma da ben’in bir bölümünün, nesneyi (yani, aslında ben’in bir parçası haline gelen başka bir bölümünü) küçük düşürmesini, hatta onu öldürmesini sağlayarak libidonun nesneye kilitlenmesini gevşetir.

Sonuç olarak, Freud’un “Yas ve Melankoli” makalesinden yaptığımız bu uzunca seçme, Freud’un kuramını sadece dürtüsel bir temel üzerinde inşa edip nesne ilişkilerini ihmal ettiğini öne süren eleştirileri -belli ölçülerde- haksız çıkarmakta, depresyon gibi hastalık süreçlerinde nesne kaybının önemini açık bir dille sergilemekte, nesne ilişkilerinin bir biçimi olan özdeşleşme süreçlerini tanımlamaktadır. Freud daha sonra Ben Analizi ve Grup Psikolojisi (1921) ile Ben ve O‘da (1923) üstben’i daha ayrıntılı bir şekilde çözümleyecek ve kuramının nihai halini temsil eden yapısal kuramını ortaya atacaktır. Ödipus’un keşfiyle de özdeşleşme süreçleri, nesne kaybı ve üstbenin kuruluşu birbirine bağlanacaktır.

 

Kaynaklar

 

  • Freud S. Metapsikoloji. (Çev: Emre Kapkın, Ayşen Tekşen Kapkın), Payel Yayınları, İstanbul 2002.
  • Ricoeur P. Yoruma Dair: Freud ve Felsefe. (Çev: Necmiye Alpay), Metis Yayınları, İstanbul 2007.

 

Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

About atalayhakan

"Ana Sayfa"da var zaten:)

Tartışma

Yorumlar kapatıldı.

İletişim

444 7000
Salı: 09:00-18:00
Perşembe: 09:00-18:00

Kategoriler

Blogdaki Yazıların ve Görsellerin Yasal Kullanımı Hakkında

© Hakan Atalay ve hakanatalay.wordpress.com. 2011-2019.

Bu malzemenin bir açıklamada bulunmadan ve yazardan yazılı izin almadan yetkisizce kullanılması ve/veya çoğaltılması yasaktır. Özgün içeriğe uygun ve özgül bir yönlendirme yapılması, [Hakan Atalay]ın ve [hakanatalay.wordpres.com]un tam ve açık kaynak gösterilmesi hallerinde alıntılar ve bağlantılar kullanılabilir.

Akbank Sanat'ta Yapay Zeka ve Aşk üzerine panel.
FB TV'de Depresyon üzerine söyleşi.
Follow Hakan Atalay on WordPress.com