Dün (12 Şubat 2018) İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Sinema Klubü’nün etkinliğindeydim. Toplantıları koordine eden Prof. Dr. Doğan Şahin’le Kieslowski’nin “Aşk Üzerine Kısa Bir Film” adlı filmini ve Black Mirror dizisinin 4. Sezonunun 4. Bölümünü izledik ve “Tutku” üzerine sohbet ettik. Aziz Sancar amfisinde hatırı sayılır bir topluluk vardı; hem sayıca iyiydi, hem de hepsi büyük bir dikkatle izledi ve katıldı. Filmleri seyrettikten sonra ben kısa bir konuşma ile özellikle “Aşk…” filmiyle ilgili birkaç şey söyledim. Sonra Doğan’la izleyicilerden gelen soruları yanıtladık. Geri-bildirimlerden anladığım kadarıyla iyi bir toplantı oldu.

Üstünde daha sonra ayrıntılı konuşulabilir, ama orada kısaca -eksiği ve fazlasıyla- şunlara değindiğimi hatırlıyorum:
Çeşitli okumalar mümkündür. Örneğin, dinsel göndermelere dikkat edilebilir: Filmin adından (Dekalog: Musa’nın On Emir’inden) başlayarak dinsel bir art alanla ilişkisi, kadının adının Magda(lena) olması, kendisine aşık olan delikanlıya “Ben iyi biri değilim” demesi, ve gene ona başkalarını seyrederek kendisini doyuma ulaştırmanın günah olduğunu belirtmesi, gibi…
Psikanalitik göndermeler üzerinde durulabilir: Gözetlemenin (scoptophilia) her zaman primal sahneyi hatırlatması, delikanlının karşı dairedeki kadının başka erkeklerle sevişmelerinin “primal sahne”nin tekrarları olması, çocuğun anne yerine geçen ve onu bırakmak istemeyen bir yaşlı kadınla birlikte yaşaması, vs.
Ya da aşk üzerine diğer yapıtlarla birlikte okunabilir. Özellikle apartmanın koridorunda delikanlının “Seni seviyorum”undan sonra geçen diyalog:
– “Beni neden seviyorsun?”
– Bilmiyorum.
– “Beni öpmek mi istiyorsun?”
– Hayır.
– “Benimle sevişmek mi istiyorsun?”
– Hayır.
– “Peki, ne istiyorsun?”
– Hiçbir şey.
Bu “hiçbir şey”den, aşkın arzuyla ilişkisine geçilebilir. Hiçbir şey beklemeden, istemeden sevmek; sadece kendi sevme arzusuna aşık olarak sevmek nasıl açıklanabilir? Arzu, eksikliğin bilinci olduğuna göre, aşık olmak bu eksikliği gidermeye, tamamlanma çabasına yönelik bir hareket olarak kabul edilebilir. Ancak, eksikliği gideren her şey, arzunun sonlanmasına yol açacağından, arzunun kalıcı olması için doyurulmaması, dolayısıyla, aşığın hiçbir şey istememesi gerekir.
Her neyse, asıl değinmek istediğim sahne, bence filmin ana fikirlerinden birini oluşturuyor. Filmin TV için çekilen kısa biçiminde değil de, uzun biçiminde daha çok dikkati çeken bir sahne bu: Her akşam bir ritüel olarak karşı dairelerden birindeki yalnız yaşayan kadını teleskopla gözetleyen delikanlı, bir gece acı bir fren sesiyle uyanır. Pencereden baktığında kadının öfkeyle arabadan indiğini, arabayı yumrukladığını ve yıkık bir şekilde evine döndüğünü görür. Teleskopuyla bakar: kadın üzgün bir şekilde evine girer, sütünü çıkarır, fakat yanlış bir hareketle süt şişesi devrilir ve süt masaya yayılır, kadın da sırtı bize dönük olacak şekilde masaya oturur ve parmağıyla dağılan sütle oynayarak ağlamaya başlar. Bir süre hıçkıra hıçkıra ağlar.
Daha sonra kadın postaneye gelip gene tebligatta yazdığı gibi para gelmediğini öğrenip bir de dolandırıcılıkla suçlanınca delikanlı dayanamayıp kadının peşinden koşar ve o tebligatları kendisinin gönderdiğini itiraf eder. Kadın çok sinirlenir. Neden yaptığını sorduğunda da onu sevdiğini, görmek istediğini söyler. Buraya kadar olan biten bile yeterince etkileyicidir: Bir adam onu görebilmek için sahte tebligatlar göndermektedir, bu yüzden dolandırıcılıkla suçlanmıştır, vs., fakat kadın kızsa da, çok etkilenmiş görünmez ve sinirle yoluna devam eder. Ta ki, delikanlı arkasından “Ama dün ağlıyordun” diyene kadar. Kadın şaşkınlıkla geri döner ve delikanlının kendisini gözetlediğini öğrenir.
Uzun formunda film şöyle biter: Gözetlenen kadın gözetleyenin, yani delikanlının evindedir ve oradan teleskopla kendi evine bakar. Gördüğü sahne şudur: Kadın (kendisi) üzgün ve sinirli evine girer, buzdolabından sütü çıkarır, sonra şişe devrilir, sütün dağıldığı masanın başına oturup hıçkırarak ağlamaktadır, bu sırada bir el omzuna dokunur; delikanlının elidir bu ve film böyle biter. Bu sahnenin önemini bana hatırlatan şey, aklıma gelen şu cümle oldu: “Cehennem, acılarımızı kimsenin fark etmediği yerdir.” Buradan Schopenhauer’e geçtim ve onun Kant’ın “kendinde şey”ini beden yoluyla nasıl bilinebilir kıldığına kısaca değindikten sonra, acı konusundaki görüşlerini anlattım: Schopenhauer’in ne kadar insan sevmez olduğunu, hayatında bunun sayısız örnekleri bulunduğunu, fakat aksine, ne kadar duyarlı bir insanlık ahlakı geliştirdiğini… Bu ahlakın temelini “başkalarının acısını hissetme” duygusunun oluşturduğunu, onun “tasarım olarak dünya”sında “isteme”nin kendisini “özne ve nesne” olarak var ettiğini, öznelerin dış dünyayı ve diğerlerini anlayabilmesi için acı duygusunun temel bir rol oynadığını, başkasının acısını hissetmenin diğer nesneleri ve özneleri, dolayısıyla dışımızdaki dünyayı anlamamızı nasıl sağladığını [Maya’nın Peçesi‘ni nasıl indirdiğini], … Filmde de kadının o anda hissettiği acıyı birisinin görmüş olduğunu öğrenmesinin delikanlıya karşı hislerinde yarattığı değişimi…
Bu arada gene kısaca Kovel’in Tarih ve Tin‘inden yola çıkarak Tin ve Arzu ilişkisine dair birkaç şey söyledim. Arzunun tarih-aşırı/tinsel yönlerini, arzunun tarihsel süreçte nasıl çeşitli şekillere bürünebildiğini, aşkın da buna bağlı olarak aşkın (transcendental) ve tarihsel yönleri olduğunu, fakat temelde evrende her yerde mevcut olan itme ve çekme gibi birtakım güçlerin burada da işbaşında olduğunu, tarihsel olarak aşk her ne kadar “sistem” tarafından manipüle edilse, bir tüketim nesnesi gibi kullanılıp atılır, tüketilir hale gelse de, bu tarih-aşırı arzu dinamiğinin insanlık için umut verici olduğunu… anlatmaya çalıştım.
Aşkın/tutkunun güncel biçiminde dikkati çeken önemli özelliklerinden biri de, negatifinin bastırılmış olması… Bu yüzden sağlık ve mutlu hayat “pathos”una uygun olarak, ölümün hayattan nasıl dışlandığına, Maslow’un “”Hiç ölmeyeceğimizi bilsek böyle tutkulu bir biçimde sevebilir miydik?” sözünü hatırlatarak bu dışlamanın eros’un sağlıklı bir şekilde yaşanmasını nasıl engellediğine, vs. değindim.
Çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu izleyicilerin etkin biçimde katıldığı bir soru-yanıt bölümüyle söyleşiyi tamamladık.
Tartışma
Yorumlar kapatıldı.