Psikeart’ın Temmuz-Ağustos 2018 (Empati) sayısında yayımlandı.
İnsanlar dünyada giderek çoğalsalar da, çeşitli nedenlerle birbirlerine daha çok yaklaşmak zorunda kalsalar da, toplumsal ilişkiler açısından daha fazla uzaklaşıyor gibi görünüyorlar. Teknoloji kıtalar arası ilişkileri kolaylaştırırken, komşular birbirini tanımaz hale geliyor. Çok uzun zamandır birbirine temas ederek, birbirini görerek, duyarak hemcinsini anlama yeteneğini geliştiren insanların empati yeteneğine ne olduğu/olacağı sorusu da giderek daha çok önem kazanıyor. Sözgelimi, gözünün önünde arkadaşlarının, sevdiklerinin acı çektiğini görerek ona göre duygu dünyasını oluşturan insanın, ekranda gördüğü hemcinslerinin acılarına karşı nasıl bir duygu içinde olduğu, daha önemlisi, gelişmeler bu şekilde seyrederse, gelecekte bütün bunların insanın duygu dünyasını nasıl etkileyeceği, üstünde düşünmemiz gereken bir soru olarak önümüzde duruyor. Sinir-bilimin bu konuda neler söylediğine bakarak, hemcinslerimizden neler bekleyebiliriz, herkeste ve kendimizde, mümkünse, bu yetimizi ne ölçüde geliştirebiliriz, onu görelim:
Toplumsal Biliş ve Duygular
En başta şunu söylemek gerek: İnsana dair Robinsoncu anlayış hem ekonomi politikte, hem de doğal bilimlerde aşılmıştır. Öyle görünüyor ki, insan toplumsal bir varlıktır ve insanı toplumsal bağlamından soyutlayarak anlamaya çalışan her çaba eksik kalacaktır. İnsan zihnini, ister bilinç, duygu, algı gibi tek tek ayrı yetileriyle, isterse bütün bir çalışma aygıtı olarak anlamaya çalışalım, kalkış noktamız toplumsal zihin ya da toplumsal beyin olmak zorundadır. Zihin araştırmalarının geçmişinde ihmal edilen bir diğer önemli alan da, duygu dünyamızdır. Aslında, en biyolojik gibi görünen duygularımız ile en toplumsal gibi görünen kişilerarası ilişkilerimiz bir madalyonun iki yüzü gibi birbirini tamamlarlar, çünkü, kısaca söylenirse, dünyaya uyum sağlayabilmemiz için toplumsal zihnin sağlıklı çalışması, başka bir deyişle, diğer insanları ve dünyayı anlamamız gerekmekte; bu süreçte de duygularımız yol gösterici bir rol üstlenmektedir. Nitekim, duyguların işlenmesinde önemli oldukları gösterilmiş olan çoğu yapının toplumsal davranışlar için de önemli oldukları ortaya çıkmıştır. Birkaç örnek vermek gerekirse: toplumsal görme sinyalleri hem yüz konusundaki bilgiler (yüz ifadesi, bakışın yönü), hem de beden konumu ve hareketlerine dair bilgiler içerir.

Son zamanlarda tanımlanan, duysal yolaklardan biri olan yavaş iletici C-aferent lifleri, insula’ya hoş, hafif dokunuşlar konusunda bilgi taşırlar ve bunlar şefkat gibi toplumsal duysal sinyallerin işlenmesinde işlev görüyor olabilirler. Konuşmanın tınısı çeşitli duyguları haber veriyor olabilir. Amigdala, ön şakak bölgesinden son derece işlenmiş görsel bilgiler alır ve bu tür algısal bilgilerin diğer beyin bölgelerinde işlenmesi için gerekli kodları depolar. Böylece, işlenmekte olan uyaranların toplumsal önemine dayanarak bellek, dikkat, karar verme ve diğer bilişsel işlevleri etkileyebilir. Korku ve ilişkili duyguların, muhtemelen daha kapsamlı bir şekilde işlenmesinde rol alır. Amigdala temel duyguların tanınmasının ötesinde, daha karmaşık toplumsal yargılarda da rol alır. Örneğin, diğer ırktan insanların yüzleri gösterildiğinde, etkinlik düzeyi farklılaşır. Tehdit değerlendirmesi açısından da önemlidir: İki yanda da amigdala’sı hasar görmüş hastalarda kişilerin yüzlerine bakarak ne kadar güvenileceğine dair yargıları bozulmuştur, şöyle ki, bu yüzleri olduklarından daha güvenilir bulurlar. Yüksek düzey korteksler ise, bu modüller arasında ilişki kurarak bilgilerin bütünleşmesine yardımcı olurlar.
Toplumsal biliş (kendisini ve başkalarını zihinsel durumları olan varlıklar olarak algılama, onların davranışlarını, amaçlarını anlama yetisi) ise, ilk başlarda “Makyavelizm” olarak adlandırılmış, ancak, damgalayıcı niteliğinden ötürü, kısa sürede vazgeçilmiştir. Makyavelizm, bilindiği gibi, bir kişinin diğer birini hedeflerine ulaşmak için araç olarak kullanma davranışıdır. Daha sonra benzer çalışma alanlarını ifade etmek için “zihin kuramı”, “toplumsal beyin”, “toplumsal zihin”, “zihin okuma” gibi terimler de kullanılır olmuştur. Bu anlayışın ana fikri şudur: Bireyler arasındaki etkileşimi incelemeksizin ve anlamaksızın, tek bir bireyin beyninin içindeki bilişsel süreçlerin tam olarak anlaşılması mümkün değildir. Toplumsal ilişki, beyin beyine bir eşleşme sürecidir: Bir bireyin algısal sistemi diğerinin beyninin belli bir (diyelim, motor) bölgesiyle eşleşir. Bu bağlanma mekanizması beynin ilkel dönemlerden kalan fiziksel dünyayla eşleşme yeteneğine (yani, uyaranla beyin eşleşmesine) dayanır. Buna göre, ortamdaki farklı nesneler farklı enerji formları (mekanik, kimyasal, elektrik) yayarlar ve alıcılar bu sinyalleri beynin dünyanın hali konusunda bilgiler çıkarıp uygun davranışlar üretebilmesi için uygun elektrik sinyallerine çevirirler. Ayrıca, organizmalar duysal girdiyi edilgin bir şekilde almaz, duysal alıcı yüzeylerini (eller, gözler, dil, vb.) etkin olarak hareket ettirerek çevreden bilgi örnekleri alırlar.
Beyin-beyin eşleşmesi kablosuz iletişim sistemlerine benzer; iki beyin paylaşılan fiziksel ortam aracılığıyla ve bir fiziksel sinyalin (ışık, ses, basınç, kimyasal bileşik) taşınması yoluyla eşleşir. Bir failin eylemlerinin, duyumlarının ya da duygularının görülmesi/işitilmesi algılayıcının beyin kabuğundaki bazı temsilleri (vekil etkinlikleri) tetikler. Failin benzer bir beyni ve bedeni varsa, algılayıcıdaki vekil etkinlikler failinkine yaklaşır ve sinirsel yanıtlar eşleşir. Herhangi bir iletişim sisteminin ortaya çıkması için, kullanıcılar topluluğu içinde belli bir bağlamda sinyalin anlamının ortak bir şekilde anlaşılması gerekir. Böyle ortak bir zemin öğrenme yoluyla elde edilir.
Eş bulma, grup kaynaşması ve avcılardan kaçma gibi birçok ortak davranış, toplumsal sinyallerin doğru bir şekilde üretilmesine ve algılanmasına bağlıdır. Sonuç olarak, bu davranışların gelişmesi diğer grup üyeleriyle etkileşimlerden güçlü bir şekilde etkilenir. Gelişim süreci nihayetinde bir bireyin duysal sistemi ile bir başka bireyin motor sisteminin ürettiği sinyaller arasında eşleşmeye neden olmalıdır. Konuşma iletişimini örnek alacak olursak… Konuşma sırasında iki beyin bir salınım sinyali aracılığıyla eşleşir. Bütün dillerde ve ortamlarda konuşma sinyalinin 3-8 Hz arasında değişen bir ritimden ibaret kendi amplitüd modülasyonu vardır. Bu ritim kabaca konuşanın hece üretiminin zaman ölçeğidir (saniyede 3-8 hece). Beyin (özellikle neokorteks) stereotipik ritimler/salınımlar da üretir. Konuşma algısıyla ilgili kuramlar konuşmadaki amplitüd modülasyonlarının 3-8 teta salınımının yapısıyla sıkıca eşleştiğine işaret etmektedir. Bu şunu düşündürür: Konuşma sinyali, dinleyenin beyninin işitsel bölgelerinde süregiden salınımlarla eşleşebilir ya da aynı titreşimi tutturabilir. Bu titreşim, sinir sinyalinin sinyal-gürültü oranını artırabilir ve işitmenin düzelmesine yardımcı olabilir. Konuşma sinyalini 8 Hz’den daha fazla hızlandırarak kesintiye uğratmak da konuşmanın anlaşılabilirliğini ve işitsel korteksin katılımını azaltır.
Konuşanın yüzünü izlemek konuşmanın anlaşılırlığını iyileştirir. Bu, kısmen, konuşma sırasında ağız hareketlerinin konuşma sinyalinin amplitüd modülasyonlarıyla sıkı bir şekilde eşleşmesindendir. Böylece konuşmacının 3-8 Hz hızındaki ağız salınımları dinleyenin görsel sistemi tarafından yakalanır ve beynindeki işitsel sinyalleri (çok sayıda çoklu-duysal sinirsel yol aracılığıyla) amplifiye eder. Burada konuşmacı ağız yoluyla bir AM konuşma sinyali yayan radyo istasyonu gibidir ve bu sinyal ve zemin gürültüleri dinleyicinin anten-benzeri kulakları tarafından toplanır. Dinleyicinin beyni konuşma sinyalinin özgül AM frekansına, deyim yerindeyse, önceden ayarlanmıştır ve rezonans aracılığıyla yalnız konuşma sinyalini amplifiye eder. Konuşma sinyalinin yapısı, dinleyicinin beyninin işitsel bölgelerinde kendileri de 3-8 Hz frekansında olan süregiden salınımlarla titreşime giren 3-8 Hz frekansla modüle edilir.
Başarılı bir iletişim sırasında konuşmacı ile dinleyicinin beyinleri ortak, zamansal olarak eşleşmiş tepki örüntüleri sergilerler. Bu beyin-beyin eşleşmesi iletişim yokken, örneğin, konuşmacı hikayeyi dinleyicinin bilmediği bir dille anlattığında azalır. Genelde dinleyicinin beyin tepkileri bir zamansal gecikmeyle konuşanın beyin tepkilerini aynalar. Gecikmeler konuşanlar arasındaki bilgi akışına karşılık gelir. Aslında dinleyicinin beynindeki tepkilerin konuşmacının beynindeki tepkilerden önce geldiği bir beyin bölgeleri alt grubu vardır. Bu beklenti tepkileri, dinleyicilerin konuşmacının gelmekte olan sözlerini etkin bir şekilde öngördüklerini düşündürmektedir. Bu öngörüler gürültülü/belirsiz girdilerle ilgili sorunları telafi ediyor olabilirler. Gerçekten de, konuşmacının beyin tepkileri ile dinleyicinin beklentiye dönük beyin tepkileri arasındaki eşleşme ne kadar kapsamlıysa, kavrama da o kadar iyidir.
Sözel iletişim, bilgi mevcut dış ortamla ilişkisiz olduğunda bile, beyinler arasında bilgiyi doğrudan taşımamıza olanak sağlar. Böylece, uyaran-beyin eşleşmesi büyük ölçüde çevredeki geçici durumlara kenetlenirken, beyin-beyin eşleşmesi zaman ve mekan olarak uzak olaylara dair bilgiyi taşıma mekanizması sağlar. Bu mekanizma, konuşmadan başka bir uyaranın olmaması halinde, bir başka dinleyici bireyde benzer beyin örüntülerini doğrudan indükleyerek çalışır. O anki fiziksel ortamdan bu özgürleşme insan iletişim sisteminin başlıca üstünlüklerinden biridir.
Beyin-beyin eşleşmesi el hareketleri ve yüz ifadesi aracılığıyla da mümkündür.
İnsanlar ortak hareket sırasında örtük olarak motor, algısal ve bilişsel düzeylerde eşlenik hale gelirler. Örneğin, sandalyelerini sallayan iki kişi, sanki mekanik olarak eşleşmişler gibi, sallamalarını senkronize ederler. Piyanistler düet sırasında çalmalarını senkronize ederler.
Bütün bu eşleşmelerin ya da senkronizasyonun nedeni, insanın hayatta kalmasının başkalarının varlığına ve onlarla etkileşim kurma yeteneğine bağlı olmasıdır. Bu tür toplumsal etkileşimler hem başkalarıyla özdeşleşme yeteneği, hem de kendimizi onlardan ayırt etme yeteneği gerektirir. Kendi(lik), başkalarına dair bir kavramsallaştırma olmaksızın kavranamaz. Buna uygun olarak, insanlar diğerleriyle etkileşim aracılığıyla onların bakış açılarını içselleştirir, böylece kendi bilişlerini izler, düzenler ve üzerinde düşünürler. Bu yüzden, kendi(lik) duygusu, başka kendi’lerle etkileşim halindeki beynin faaliyetinden doğar. Yani, kendi(lik) kavramı doğuştan gelmez, çevreyle etkileşim yoluyla, birey tarafından geliştirilir.
Taklit ve Empati
Empati, başka bir kişinin kendine özgü duygulanımsal yaşantılarını anlama ve onlara tepki verme kapasitesini anlatır. Kişinin kendi hisleri ile başka bir kişinin ifade ettikleri arasındaki benzerlik duygusuna işaret eder. İki kişi arasında gerçekleşen bu olayda bir kişi diğerinin duygularını yaşar, paylaşır. Bu yetenek kendi bütünlüğünü korurken başka bir kişinin bilinçdışı duygulanımıyla titreşime girmeyi ve o kişinin yaşantılarını onunla birlikte yaşamayı gerektirir. İki tarafın da birbirine karşılık gelen otonomik sinir sistemleri genetik olarak benzer bir tarzda tepki göstermeye programlanmış olduğundan, belli bir türün bir üyesinin belli bir duygulanımsal ifadesi o türün diğer üyelerinde de benzer bir tepkiyi tetikler.
“Doğrudan eşleşme varsayımı”na göre, gözlemlenen eylemin motor temsilini aynı eylemin motor temsili üzerine haritaladığımızda eylemleri anlarız. Yani, bir eylemin gözlemlenmesi, gözlemleyenin motor sisteminin “titreşime girmesi”ne neden olduğunda o eylem anlaşılır. Yani, gözlemleyenin “motor bilgisi” gözlemlenen eylemi anlamakta kullanılır. Bu nedenle, taklit, toplumsal bilişin temel dayanaklarından biridir ve motor sistem, toplumsal bilişte temel bir rol oynar. “Ortak temsiller” üzerinde duran bu model, duyguların işlenmesine de uygulanabilir. Bu modelde, duygunun algılanması, duyguların üretilmesinden sorumlu olan sinirsel mekanizmaları etkinleştirir. Böyle bir mekanizma gözlemcinin diğer bir kişinin durumuyla ortak titreşime girmesine neden olur. Böylece gözlemci gözlemlenen uyarana neden olan motor temsilleri etkinleştirir. Örneğin, gülümsemede birini gülerken gören biri, eşik altı düzeyde gülümseme oluşturmakta rol alan aynı yüz kaslarını etkinleştirir, bu da, gözlemcide karşılık gelen mutluluk hissini yaratır. Yüz ifadelerinin görülmesi, uyaranın bilinçli olarak tanınmaması halinde bile, kendi yüzündeki ifadeleri tetikler. Acı da aynı şekilde temsil ediliyor olabilir: Anterior cingulate kortekste (ACC) hem gerçek uyarıma (fiziksel acıya), hem de başka birine acı uyaranı verildiğinin gözlemlenmesine tepki veren, acıyla ilişkili sinir hücreleri vardır. Bu sırada elbette acı çeken diğer kişileri görünürde bizim gibi hissetsek de, asla tam olarak bizim gibi değildirler. Kendinin farkında olmadan kendisi ile başkası ayrımı olmaz, dolayısıyla, empati olmaz. Bu süreçte ön alın bölgesi (prefrontal cortex) kendinin farkında olunmasını sağlar: “Hareket eden benim bedenimdir, eylemi başlatan benim” der. Ayrıca, kendi(lik) algısını başkalarınınkinden ayırt etmede hem arka singulat ve prekuneus, hem de şakak-yan lob bileşkesi işin içine girer.
Empatiyle ilgili “algı-eylem modeli”ne (AEM) göre ise, bir başkasının yaşantısını görmek ya da hayal etmek, o yaşantıya dair kendi temsillerimizi etkin hale getirir. Ve bu, paylaşılan hislerle ilgili gerçek fizyolojik ve duysal yaşantılar üretir. Bu modele göre, bir başkasına yakınlığımız, onunla tanışıklığımız empati yanıtlarını düzenler: Bir başkasına duygusal yakınlık fazlaysa, o kişinin içsel durumlarına yönelik temsillerimiz de o kadar zengindir. Bu da onlarla empati kurma düzeyimizi etkiler. Ayrıca, bağlamsal etkenler de empati tepkilerini etkileyebilir. Örneğin, kişiler sevdiklerini hayal ettiklerinde, yabancıları hayal ettiklerinden daha yüksek düzeyde fiziksel acı yanıtları verirler. Ya da kültürel iç-gruplarda empati dış-gruplardan daha yüksek olma eğilimindedir. Bunlar paylaşılan yaşantılarla empati arasında bir bağlantı olduğunu düşündürmektedir. Algı-eylem modeli (AEM), ayrıca, Ayna Sinir Hücreleri Sistemi’nin (ASHS) başkalarının içsel durumlarını taklit etme yeteneğimiz için çok önemli olduklarını, bu sistemin başkalarına dair temsillerimizin sinirsel temeli olduğunu söyler.
Buna en iyi örneklerden biri, başkalarını fiziksel acı çekerken görmektir. Bu sahne, acının doğrudan yaşanmasında rol alanlarla aynı bölgeleri etkinleştirir. Fiziksel acı, bir beyin bölgeleri ağını etkinleştirir, buna “ağrı matriksi” diyebiliriz. Hem beyin kabuğunun duysal-motor bölgeleri, hem de dorsal ön cingulate (dACC: dorsal anterior cingulate cortex) bu matriksin içindedir. Bu matriksin ön insula gibi duygulanımsal bileşenleri de vardır. Burada ilginç olan, toplumsal acının da insula ve dACC dahil, acı matriksinin duygulanımsal bileşenlerini etkinleştirmesidir. Demek ki, toplumsal acı gerçek fiziksel acı yaşantısıyla bazı benzerlikleri paylaşmaktadır. Sıradan ağrı kesicilerin toplumsal reddedilmeye karşı dACC ve insula’daki sinirsel yanıtları azalttığının gösterilmesi, bu bağlantının bir başka örneğidir. Duygusal acıyı azaltmak için kullanılan antidepresanların fiziksel acının azaltılmasında işe yaraması da buna tersten bir örnek olarak verilebilir. Demek ki, acı yaşantısında rolü olduğu bulunan beyin ağı, bir arkadaşın toplumsal reddedilme yaşadığını görmek gibi toplumsal olarak acı verici durumlarda da etkinleşmektedir Bu empatik yanıtlar o arkadaşa hissedilen yakınlığın işlevi olarak değişmektedir. Çalışmalara bakılırsa, alın lobunun alt kıvrımı (IFG: inferior frontal gyrus) duygusal yakınlık ile ağrı matriksindeki bu etkinleşme arasında aracılık yapmaktadır. Katılımcılar arkadaşlarının reddedildiğini izlerken gerek daha önce gerçek toplumsal reddedilme yaşantısı için bulunan bölgelerle, gerekse gerçek ve empatik fiziksel acı yaşantısı için olan bölgelerle çarpıcı bir örtüşme bulunmuştur: Sağ dorsal ön singulat korteks (dACC: dorsal anterior cingulate cortex), iki yandaki ön insula (AI: anterior insula) ve ön-alın lobunun (prefrontal corteks: PFC) sağ ön kısmı. Ayrıca, başkalarına empatik yanıt vermeyle ilgili bölgeler, yani, beyincik, alın lobunun alt kıvrımı (IFG: inferior frontal gyrus) ve üst şakak oyuğunda da (STS: superior temporal sulcus) etkinlik saptanmıştır.
Bağlanma ve Empati
Başından beri bir arada yaşayan, birlikte iş yapmak zorunda olan, bu nedenle de birbirlerinin ne düşündüklerini anlama gereği duyan insan topluluklarının evrimsel olarak geliştirdikleri toplumsal biliş yetenekleri (zihin kuramı ya da zihinselleştirme: kendisini ve başkalarını zihinsel durumları olan varlıklar olarak algılama kapasitesi) çocukta duygulanım aynalaması aracılığıyla kazanılır. Anne (ya da ilgili bakıcı) çocuğa duygulanım aynalaması yoluyla onun iç durumunu anladığını “gösterir” ve çocuk da anlaşıldığını algılar. Beyinlerimiz evrimsel süreç sayesinde yüz ifadesinin optik olarak tanınmasını kolaylaştıran bir ön-donanıma sahiptir. Son yıllarda empatinin bu biyolojik temeli, daha özgül bir şekilde tanımlanmıştır: Önce, maymunların beyninin bir kesiminde, bir maymun diğerinin belli bir eylemi yaptığını gözlemlediğinde boşalım gösteren sinir hücreleri bulunduğu keşfedilmiştir. Daha sonra insanda da bulunduğu anlaşılan ve “ayna sinir hücreleri” denen bu hücreler, hem belli bir eylem yapıldığında, hem de aynı eylemin bir başka birey tarafından yapıldığı gözlemlendiğinde tepki vermektedirler. Ayna sinir hücreleri sistemi (ASHS) de denen bu sistem, zihin kuramının bir alt bileşeni olan “zihin okuma” sürecinin de altında yatar. Zihin okuma yeteneği, başkalarının kendine özgü zihinsel hallerini, örneğin, algılarını, hedeflerini, inançlarını, beklentilerini, vb. kendinde temsil etme becerisi kazandırdığından, en uygun olanın hayata kalmasına katkıda bulunur, çünkü bir başka failin hedeflerini/iç durumlarını tespit etmek, gelecekteki eylemlerini önceden görmek, toplumsal açıdan gözlemcinin işine yarar.
Empatik bir şekilde tepki gösterme yeteneği çeşitli etmenlere bağlıdır. Birincisi, genotiple, yani, empati yapanın doğuştan gelen duygusal/empatik kapasitesiyle ilgilidir. İkincisi, fenotiple, yani, doğuştan gelen duygusal/empatik kapasitelerin hayat deneyimleriyle geliştirilme biçimiyle ilgilidir. Üçüncüsü, acı çeken tarafın özellikleriyle, yani, acı çekmenin şiddeti, acı çekenin “sevimlilik” derecesi, acı çekeni sevip sevmemekle ilgilidir. Empati yapan kişi acı çekene derinden bağlıysa, empati en üst düzeye çıkar, toplumsal bağ gevşedikçe empati azalır. Ve son olarak, “duruma-bağlı” değişkenlerle, örneğin, empati yapanın duygulanım durumu; onun öfkeli, yorgun ya da aç olup olmaması, belli bir andaki empati yapma yeteneğiyle ilgilidir.
Toplumsal bilişsel işlevlerin gelişmesi için taklit davranışları çok önemlidir. İnsanlar toplumsal etkileşime girdiklerinde birbirlerini otomatik olarak taklit etme eğilimindedirler: Buna “bukalemun etkisi” denir. İnsanlar ne kadar çok başkalarını taklit etmeye eğilimlilerse, o kadar empatik olurlar. Empati kurmanın bir yolu, yüz ifadelerinin ve diğer insanların beden postürlerinin bedenleştirilmesidir. Ayna sinir hücrelerinin taklit ve eylemi tanımadaki rolü düşünülürse, empatide Ayna Sinir Hücreleri Sistemi’nin (ASHS) işe karıştığını ileri sürmek mantıklı olur. Açıktır ki, empati kurma duygusal işlemleme ve bu yüzden limbik sistemin işe karışmasını da gerektirir. ASHS ile limbik sistem primat beyninde insula ile anatomik olarak bağlantılıdır. Onun için, ASHS, insula ve bazı limbik yapılardan oluşan geniş ölçekli bir ağ, başkalarının eylemlerinin (yüz ifadeleri, postürlerinin) “içsel taklidi” ve temsili yoluyla başkalarıyla empati kurma yeteneğini sağlayabilir. Duygusal yüzlerin gerek gözlemlenmeleri, gerekse taklidi sırasında bütün ayna sinir hücreleri alanları, insula ve amigdala’dan oluşan ağ etkinleşir. Dahası, bütün ağ boyunca bu etkinlik taklit sırasında artar: Ayna sinir hücrelerinin ağın diğer kısımlarında düzenleyici bir etkisi vardır. Kendi’nin gelişimi ile taklidin sağladığı toplumsal etkileşim becerilerinin arasında işlevsel bağlantılar bulunur. Gözlemlenen aktör ile gözlemci birbirine benzediğinde (örneğin, hemcinslere bakarken) ASHS daha etkindir.
“Bedenleşmiş taklit” beden hallerinin eylemler ve duygularla ilişkili olan içsel temsillerini anlatmak için kullanılan bir terimdir. Bedenleşmiş taklit, başkalarının yaşantısal olarak anlaşılmasının doğrudan biçimi olan “içsel ayarlamayı” sağlayabilir. Ayna sinir hücreleri sisteminin etkinliğinin kesintiye uğraması, başkalarının böyle yaşantısal olarak anlaşılmasını önleyebilir; örneğin, otizmde görülen toplumsal kusurlara yol açar.
Zihin Kuramı
Toplumsal bilişin beyindeki ana maddelerine dair araştırmalar iki kamp şeklinde kutuplaşmıştır: Birinci grup (“taklit ya da benzetim kuramı”) kişinin gerek kendi eylemleri, duyumları ve duygularının, gerekse başkalarınınkini algılamada paylaşılmış devrelerin (sezgisel, ön-düşünümsel, otomatik süreçlerin) rol alması üzerinde odaklanırken, ikinci grup (“zihin kuramı”) başkalarının hallerine dair zihinselleştirmede daha çok akıl yürütmenin (düşünümsel süreçlerin ) ve orta hat yapılarının rolünü vurgular. Ancak, toplumsal bilişin benzetimcilerin incelediği sezgisel örneklerden zihin kuramı araştırmacılarının kullandığı düşünümsel alanlara kadar uzandığı görülmektedir. Örneğin, bir bardak süt içen birini iğrenme ifadesiyle yüzünü buruştururken seyretmek, bu yelpazenin sezgisel ucuna örnektir. Bu tür durumlarda eylemler için premotor ve yan lob bölgeleri, duygular için insula ve duyumlar için ikinci duysal alan (SII) başkalarının bedensel hallerini kendi hallerimizin sinirsel diline tercüme eden ortak devreleri oluşturur. Bu ortak devreler düşünüm-öncesi, sezgisel empatik temsil düzeyini yerine getiriyor gibi görünmektedir. Sinirsel etkinlik (bu alanlarda) bilinçli düşünümleri teşvik eden kendine özgü yönergeler gerektirmez.
Bir yabancı meslektaşı nasıl bir hediyenin memnun edeceği üzerine düşünmek ise, daha düşünümsel uca bir örnektir. Bu tür durumlarda onun nelerden hoşlanabileceğini çıkarabilmek için kültürü ve ülkesi hakkında bilgilerimizi iyice taramamız gerekir. Başkalarının içsel hayatları konusundaki bu tür açık bilgiler başkalarının halleri üzerine düşünmenin ürünüdür ve orta hat yapılarındaki etkinlikle ve şakak-yan lob bileşkesiyle bağlantılıdır.
Beyin kendi hallerimizi hem ön-düşünümsel, hem de düşünümsel olarak işlemektedir. Örneğin, kendi’nin içerideki hallerinin ön-düşünümsel temsilleri insula’nın arka ve/veya ortasındaki etkinliklerle bağlantılı gibi görünmektedir. Buna rağmen, kişilerin bu halleri (örneğin, kalp atımlarını) içerden gözlemlemeleri, üstünde düşünmeleri ve anlatmaları istendiğinde orta hat yapıları etkin hale gelir. Ön insula arka insula’yı bu orta hat yapılarla bağlantılandırmakta çok önemli gibi görünmektedir. O halde, insan beyni sadece kendi bedensel halini temsil etmez, orta hat yapılarına ve ön insula’ya bağımlı olan ek bir üst-temsiller katmanı aracılığıyla bu halleri bilinçli olarak içerden gözlemlememize de olanak verir.
Kendi’nin halleriyle uğraşırken ortak devrelerin alanları ön-düşünümsel beden hallerini temsil ederler. Bu halleri içeriden gözlemleyip bildirmeleri istendiğinde kişiler ek olarak (v)mPFC yapılarını etkinleştirirler. Başka bireylerin halleriyle uğraşırken ortak devrelerdeki etkinlik, başkalarının bedensel hallerinin, kendi’nin benzer hallerinin ön-düşünümsel sinirsel temsillerine empatik dönüşümünü temsil eder. Taklit edilmiş bu ön-düşünümsel temsiller empatiyle bağıntı gösterir ve başkalarında ne olup bittiğine dair sezgisel bir anlayış sağlayabilir. Başkalarının halleri üzerinde düşünülmesi istenirse, normalde kendi’nin bedensel temsilleri üzerine düşünmekte kullanılan yolaklar şimdi başkalarının simüle edilmiş bedensel halleri üzerine kullanılır, taklit düşünümsel temsiller ortaya çıkar. Böylece, ortak devreler ve orta hat yapıları, başkasını taklidin kullanılmasına yetecek kadar benzer algıladığı durumlar için geçerli olan entegre bir sistem oluşturur. Bu görüşe göre, hem ortak devreler, hem de vmPFC kökten farklı süreçler olmaktan çok, farklı düzeylerde (ön-düşünümsel / düşünümsel) taklidi yansıtırlar. Bu yol taklitler yanlış sonuçlara gittiğinde (ör, ötekiler bu bakımdan benzemeyenler olarak düşünülünce) elzem hale gelen daha bilişsel ve daha az bedenleşmiş bir yolla tamamlanır.
Sonuç
Wikipedia, empati sözcüğünün kökünü oluşturan “pathos”un eski Yunan’da insanları ikna etmek için kullanılan retorik “bilimi”ndeki (ve diğerleri “ethos” ve “logos” olan) üç yöntemden biri olduğunu söylüyor. Buna göre empati, dinleyicilerde zaten bulunan bir duyguyu çağırarak onları söylediklerine inandırma becerisidir. Bu yöntem günümüzde edebiyat, film, vs. anlatı sanatlarında kullanılmaya devam etmektedir. Bu bağlamda empati sözcüğü, “bir hisse doğru yönlendirme” (Alm. “einfühlung”, İng. “feeling into”) anlamına geliyor. Her ne kadar etkin bir süreç gibi tanımlansa da, aslında etkilenme, müteessir olma (passion, suffering) biçiminde, “başa gelen”, edilgin bir his gibi görünüyor. Her halükarda empatiyi antropomorfize etmemekte, yani, her şeyi insanı merkeze alarak açıklayan görüşe teslim olmamakta yarar var, çünkü empati kavramını genişlettiğimizde ve diğer canlıları da işin içine kattığımızda hem daha kolay anlaşılır oluyor, hem de bize dünyadaki diğer varlıklarla nasıl ortak bir duygu dünyasında yaşadığımızı gösteriyor. Örneğin, bir sıçan hemcinsinin şoka uğradığını görür ve bunu sona erdirmek için bir çubuğa basar. Bunu yapması için daha önce şokla ilgili herhangi bir yaşantıya ihtiyacı yoktur. Aynı şekilde, az ve çok olmak üzere iki şekilde yiyecek veren zincirleri çekmesi öğretilen maymunlar, fazla yiyecek veren zinciri çektiklerinde ve bunun sonucunda hemcinslerinin gözleri önünde elektrik şokuna uğradığını gördüklerinde, çoğunlukla daha az yiyecek veren zinciri çekmeyi yeğlerler. Hatta kimileri günlerce aç kalmayı göze alarak zincirlere dokunmaz. Dahası, insan yavruları da başkalarının sıkıntısına güçlü bir yönelim gösterirler. Bir yaş kadar erken bir dönemde bile yardım etme davranışları başlar. Bütün bunlar muhtemelen çoğu memelinin ilkel empati yeteneğine sahip olduklarına, empatinin filogenetik olarak duygunun toplumsal sinyal verme işlevlerinin ve toplumsal bağın oluşmasıyla aynı zamanda ortaya çıktığına, bu yüzden, ilkel empati yeteneğinin bağlanmayla birlikte geliştiğine ve evrimin iki süreci ortak olarak şekillendirdiğine, toplumsal bağın kurulmasıyla da hemcinsin sıkıntısını algılama ve yardım etme yeteneğinde kritik bir artış görüldüğüne işaret etmektedir. Daha karmaşık olan insanlardaki empati fenomeni ise muhtemelen yavrulara, özellikle de sıkıntılı yavruya yönelik bu memeli prototip besleme davranışının “bilgi işlemden geçmiş ve kapsamı genişlemiş” halini yansıtmaktadır.
Böyle bakıldığında, insanın Pinker’in deyimiyle, “boş sayfa” olmamasında, örneğin burada genetiğin temsil ettiği bir geleneğe yaslanmasında, gelecek tasarılarımız açısından kısıtlayıcı ve umut verici yönlerine dair düşünmek için uygun bir mecra bulunduğu görülmektedir.
KAYNAKLAR
Adolphs R, Tranel D, Damasio AR. The Human Amygdala in Social Judgment. Nature, 1998; 393: 470-5
Adolphs R. Cognitive Neuroscience of Human Social Behavior. Nature Reviews- Neuroscience ; 4: 165-178
Beeney JE, Franklin RG Jr, Levy KN, Adams RB Jr. I feel your pain: Emotional closeness modulates neural responses to empathically experienced rejection. Soc Neurosci 2001; 4: 369-76
Decety J, Chaminade T. When the self represents the other: a new cognitive neuroscience view on psychological identification. Conscious Cogn 2003; 12: 577-96
Decety J, Jackson PL. A social-neuroscience perspective on empathy. Curr Dir Psychological Sci 2006; 2: 54-58
Decety J, Sommonville JA. Shared representations between self and other: A social cognitive neuroscience view. Trend Cogn Neurosci 2003; 12: 527-34
Gallese V, Goldman A. Mirror neurons and the simulation theory of mindreading. Trend Cogn Sci 1998; 2(12): 493-501
Hartmann H-P. Psychoanalytic self-psychology and its conceptual development in light of developmental psychology, attachment theory, and neuroscience. Self and Systems- Ann NY Acad Sci 2009; 1159: 86-105
Hasson U, Ghazanfar AA, Galantucci B, Garrod S, Keysers C. Brain-to-brain coupling: a mechanism for creating and sharing a social world. Trend Cog Sci 2012; 2:114-121
Iacoboni M, Dapretto M. The mirror neuron system and the consequences of its dysfunction. Nature Rev Neurosci 2006; 7: 942-51
Keysers C, Gazzola V. Integrating simulation theory and theory of mind: from self to social cognition. Trends in Cognitive Neurosciences 2007; 5: 194-6
Paal T, Bereczkci T: Adult theory of mind, cooperation, Macchiavelism: The effect of mindreading on social relations. Pers Indiv Diff 2007; 43: 541-51
Rizzolatti G, Fogassi L, Gallese V. Neuropsychological mechanisms underlying the understanding and imitation of action. Nature Rev Neurosci 2001; 2: 661-70
Watt D. Toward a neuroscience of empathy: Integrating affective and cognitive perspectives. Neuropsychoanal 2007; 2: 119-140
Tartışma
Yorumlar kapatıldı.