//
Şimdi...
BİLİM, Kültür, Nöropsikanaliz, PsikeArt, Sinir-Bilim

Kültürel Kalıtımın Bir Yolu: “Memetik”?

(PsikeArt 2018; 9: 6-11)

Yeryüzü açısından iyi ya da kötü olduğuna bakmaksızın, “insan türünün hayatta kalma başarısının nedeni kültürdür” denirse, çok yanlış bir saptama olmayacaktır. İnsan önceki kuşaktan miras aldığı genetik yapısıyla bu dünyaya geldiğinde, kendisini aynı zamanda verili bir kültür dünyası içinde de bulur. Kültür, tıpkı genler gibi, önceki kuşağın bilgilerini sonrakine aktarır. Ancak, genetik kalıtım birçok açıdan incelenmiş ve hakkında çok şey öğrenilmiş olmasına karşın, kültürel kalıtımın nasıl gerçekleştiği konusunda bilgilerimiz kısıtlıdır. Oysa, dışımızdaki türlerden farklı olarak, hayat bilgileri (yemek yemeden oturup kalkmaya, konuşmaya, patates pişirmeye, çalışmaya, yüzmeye, bisiklete binmeye, vs. dair birçok bilgi) biz insanlara hazır olarak sunulmakta, çeşitli yollarla aktarılmaktadır. Kültürün bu şekilde kalıtımının insan için anlamını ve işleyiş biçimini açıklamak için çeşitli kuramlar öne sürülmüş, çalışma alanları oluşturulmuştur. Bu yaklaşımlardan biri, kültürü evrimsel açıdan açıklamaktır. Buna göre, bizimki dahil, tüm türlerde en önemli kalıtım mekanizması genetiktir.

img_1761-1Örneğin, evrimsel psikologlara göre, insanlar arasında yağlı yiyeceklerin yaygın olarak beğenilmesinin nedeni, türümüzün uzak geçmişinde ender fırsatlarda olabildiğince çok yağ tüketilmesinin önemli olmasıdır. Böyle bir varsayım yeni kültürel eğilimleri açıklamak için de yardımcı olabilir: Örneğin, son zamanlarda obezitedeki artış, yeni bir çevresel değişikliğin (ucuz, bol yağlı yiyeceklerin kolayca bulunabilmesinin) sonucudur. Sadece biyolojinin değil, kültürün de kendine özgü bir evrimi olduğunu savunan kültürel evrim kuramcıları ise, genetik olmayan kalıtımı, özellikle de öğrenme yoluyla edinilen kültürel kalıtımı, türlerin toplumsal ve biyolojik çevrelerine uyum sağlamadaki olumlu, yaratıcı rol oynayan bir etken olarak daha fazla vurgular.

Darwin ebeveyn organizmaların hayatta kalma ve çoğalma yetenekleri bakımından farklılaştıklarını ve yavruların bu yetenekleri teşvik eden ya da ketleyen özellikler açısından ebeveynlerine benzediklerini açıklarken ebeveyn-yavru benzerliğinden hangi mekanizmaların sorumlu olduğu konusunda büyük ölçüde yansızdır. Örneğin, yavrular becerileri ebeveynlerinden öğrenebilirler ve böylece onlara davranışsal olarak benzeyebilirler. Nitekim doğal seçilimin kültürel bir fenomen olan dil değişimi bağlamında organizmalardan başka antiteler üzerinde etkide bulunabileceği görüşünü açıkça benimser: “Her dilde hayat mücadelesi sözcükler ve gramatik biçimler arasında biteviye sürer. Daha güzel, daha kısa, daha kolay formlar sürekli üstünlük kazanır ve bunlar başarılarını kalım değerlerine borçludurlar.” Bir başka yerde de, “Bazı sevilen sözcüklerin varkalım mücadelesinde ayakta kalmaları ya da korunmaları doğal seçilimdir” der.

O halde, doğal seçilim açısından yavruların neden ebeveynlerine benzedikleri değil, onlara benzemeleridir önemli olan. Doğal seçilimle ilgili kuramlar, adaptasyonu bugün dikey aktarım denen şeyle, ebeveyn özelliklerinin yavrular tarafından miras alınması/kalıtımı olarak açıklar. Öğrenme gibi kültürel süreçler ilkece bu kalıtım biçimine dayanabilir. Fakat biz sadece ebeveynlerimizden  değil, akranlardan, otorite figürlerinden, vb.den de öğreniriz: Buna da yatay aktarım denir. Yatay aktarımın evrim kuramının içine alınması klasik Darwinci evrim modellerinde çok daha kökten revizyonları zorunlu kılar, çünkü bazı özelliklerin onları taşıyan bireylerin uygunluğunu (fitness) azaltmalarına rağmen bir popülasyonda yayılma olasılığını ortaya çıkarır.

Örneğin, İtalyan kadınların 19. yüzyılda doğurganlıkları 5 çocuktan 2’ye düşmüştür. Bu, kadınların uygunlukları (fitness) açısından yanlıştır. Peki, neden? Çünkü akranlarından ve annelerinin kuşağındaki kişilerden kültürel aktarım modları yoluyla daha az çocuk sahibi olma özelliği edinmişlerdir. Bu geçişi açıklamak için yatay aktarım biçimlerine gerek vardır. Toplumun üyeleri uygunluklarına ters düşen bir davranışı nasıl böyle yaygın bir şekilde taklit ederler? Buluşçu (ya da şanslı) bir kişinin uygunluğu artıran bir davranış ya da teknik keşfettiğini düşünelim. Eğer popülasyondaki diğer kişiler bu davranışı kopyalarsa muhtemelen uygunlukları artacaktır. Ancak, bireylerin aslında hangi davranışların uygunluğu artıracağını, dolayısıyla kopyalanmaları gerektiğini takdir etmeleri genellikle zor olacaktır. O halde sorun bir öğrenme mekanizmasının yararlı davranışlar kopyalanırken yararlı olmayanları kopyalamamayı nasıl ayarlayacağıdır. “Saygınlık yanlılığı” burada devreye girebilir: Eğer bireyler saygın konumlarda olanların tekniklerini kopyalarlarsa, bu, onların yararlı olan teknikleri kopyalama şanslarını artırır.: Kimin başarılı olduğunu belirlemek, nasıl başarılı olunacağını belirlemekten çok daha kolaydır. “Uyumcu yanlılık” ise, başkası yoluyla öğrenmenin uyum sağlayıcı yönünü göstermektedir: Örneğin, yeni bir habitata taşındığınızda tanımadığınız bitkiler ve hayvanlar olacaktır. Bu durumda en iyisi yerlilerin yedikleri yiyecekleri yemektir. Bu, zehirlenmeyi önlediği gibi, toplumsal olarak uygun görülen davranışlar üretilmesine de yol açar; dışlanmayı ve saldırıları engeller. Nitekim çalışmalar küçük çocukların ne öğrenecekleri konusunda seçici değilseler de, kimden öğrenecekleri konusunda çok seçici olduklarını göstermektedir.

Memlerin Ortaya Çıkışı ve Gelişmesi

Kültürel aktarımı anlamak ve açıklamak için ortaya atılan kuramlardan biri de Dawkins’in 1976’da The Selfish Gene kitabında ortaya attığı “mem” kavramıyla başlamış ve gelişmiş olan “memetik”tir. Dawkins, “insanın sıra dışı olan yönleri tek bir kültür sözcüğüyle özetlenebilir” der ve kültürel aktarım ile genetik aktarımı birbirine benzetir. Giyim ve beslenme modaları, törenler ve gelenekler, sanat ve mimarlık, mühendislik ve teknoloji, hepsi, tarih içinde hızlandırılmış, genetik bir evrime benzer bir yolla evrimleşmiştir. Bu nedenle, gezegende DNA dışında yeni bir çoğaltıcı ya da eşleyici (replicator), yani, bir kültürel aktarım birimi ya da bir taklit birimi düşünmek gerekir. Dawkins “mimeme”in (taklit) bu iş için uygun bir Yunanca kök olduğunu düşünür, fakat kısa olsun ve “gen”e benzesin diye “mimeme” sözcüğünden “mem”i üretir. “Tıpkı genlerin bir bedenden diğerine atlayarak gen havuzunda çoğalmaları gibi, memler de, geniş anlamda taklit denebilecek bir süreç yoluyla, bir beyinden diğerine zıplayarak kendilerini gen havuzunda çoğaltırlar.”

İnsanlar gen makineleri olduğu kadar mem makineleridirler de. Ve kültür, insanları kopyalama makinesi olarak kullanır. Gen havuzunda birbiriyle uyum sağlamış gen kompleksleri oluşabilir ya da evrimsel açıdan kararlı gen grupları vardır. Örneğin, birbiriyle uyumlu dişler, pençeler, sindirim sistemi ve sinir organları etoburların gen havuzlarında evrimleşirken, bir yandan da otoburların gen havuzlarından daha farklı özellikler grubu ortaya çıkmıştır. Mem havuzlarında da benzer şeyler olur. Bir mem -diyelim ki, Tanrı memi- başka memlerle ilişki kurar. Bu ilişki, birlikteliğe katılan memlerin yaşamda kalabilmesine yardımcı olur. Örneğin, dinler gibi tehditler ve vaatlerle desteklenmiş bir “beni-kopyala” talimatının yeni konakları bulaştırmayı sürdürmelerinine yönelik etkili mekanizmaları vardır. Merkezi inançlarının paket halinde aktarılmasını güvenceye alırlar. Uyum gösterilmesini sağlamak için cennet, cehennem, aforoz, gibi tehditler ve vaatler kullanılır. Böylece, mem havuzu evrimsel açıdan kararlı bir grubun niteliklerini kazanır ve yeni memlerin bu havuzda yayılması zorlaşır.

Peki, neleri mem saymalıyız? Kopyalanan her şey, tanım gereği, memdir. Dawkins ezgilerin, alışkanlıkların, sloganların, becerilerin, öykülerin mem olduğunu söyler; Dennett’e göre ise, kemer, tekerlek, kumaş, kan davası, dik açı, alfabe, takvim, Odissey, kalkulus, satranç, perspektif resim çizme, doğal seçilimle evrim, izlenimcilik birer memdir. Bir şeyin mem olup olmadığına karar vermenin kolay bir yolu, kendinize onun başka birinden ya da başak birine kopyalanıp kopyalanmadığını ya da kendiniz için uydurmuş olup olmadığınızı sormanızdır. Eğer kişiden kişiye ya da kişiden kitaba ya da bilgisayara ya da artefakta (yapıntı: insanın yaptığı bir şey) kopyalandıysa, o halde memdir. Bisiklet bir memdir. Bisiklete binmek de bir memdir. Ham madde, teknoloji, diğer kişiler ve üretim süreçleri, bunu yaparken bir başkasını görüp aynısını yapmak isteyen biri tarafından kopyalanır. Memetiğin diğer kültürel kuramlardan farkı, kopyalanan enformasyonun tümünü ve bunların ürünlerini kendi adına yayılan bencil çoğaltıcılar olarak ele almasıdır. Bisikletler, arabalar, bahçeler, mutfaklar, sörf tahtaları, bilgisayarlar ve resim fırçaları öyledir, çünkü insanlara bunları kopyalatma yarışmasında kazanmışlardır. Onlar da daha fazla memin evrim gösterdiği seçici ortamı sunarlar.

Oysa gülme bulaşıcı olmasına ve ortama yayılmasına rağmen mem değildir. Diğer türlerde de bulaşma olur. Örneğin, kuşların süt şişesi kapaklarını gagalamaları mem değildir. Diğer kuşlar da bu davranışı öğrenirler, ama çoğaltıcı, seçilim, çeşitlenme yoktur. Çoğu kuramcı için kültür, insan genlerinin yararına bir adaptasyondur ve nihayetinde onlar tarafından denetim altında tutulur. Oysa memetikte memler bir adaptasyon değildir; insanların taklit kapasiteleri tarafından serbest kalan yeni bir çoğaltıcıdır.

İnsan evriminde dönüm noktası alet kullanımının, dilin ya da sembolizmin değil, istemeden de olsa memleri serbest bırakan yeterince sadık taklitin ortaya çıkışıdır. Taklit yeterince iyi hale gelir gelmez, muhtemelen ateşin kullanılması, yemek pişirme, giyinme ya da alet yapma yolları da dahil, memler yayılmaya başladı. Bu memler kopyalanmak için yarıştılar. Kazananlar seçilen çevreyi öyle etkiledi ki, bunları kopyalayamayanlar biyolojik olarak dezavantajlı hale gelecekti. Tek başına bu bile taklit yeteneğinin ve -taklitin beyin alanı gerektirdiğini varsayarsak- beyin büyüklüğünün artmasına yönelik bir baskı oluşturdu. Bu, memlerin evriminin doğrultusunun, biyolojik evrimi de etkilediğini göstermektedir. Müziğin, dinsel davranışların ve insan doğasının diğer birçok yönünün evrimi kadar, dilde de olagelen budur. Yani, geçen iki ila üç milyon yılda memler birbirleriyle yarışarak evrildiler ve kazananlar sadece daha büyük olan değil, bu değişmeleri yöneten memleri kopyalamaya daha iyi uyarlanmış olan beyinleri yaratacak şekilde biyolojik evrimin doğrultusunu biçimlendirdiler.

Gen ile Mem İlişkisinin Yolları

Çevre genleri nasıl etkiler? Bu etki, algılamayla başlar. Örneğin, serotonin taşıyıcı geninin (SERT) polimorfizmleri aynı uyaranın nasıl algılandığını etkileyebilir: uyaran tehdit edici midir, değil midir? Böylece, gen etkinleştirilecek mi, yoksa sessizleştirilecek mi, buna karar verilir. Bir duyu organından gelen duyum beyne ulaştığında, gerek genetik yatkınlık, gerekse bellek tarafından şekillenmiş varolan kalıplara karşı işlemden geçer. Bu sürecin çıktısı algıyı oluşturur. O halde, kalıplar (templates) ve algılar (percepts) mem olarak kabul edilebilirler. Kısaca, çevre gelişim sırasında memler aracılığıyla genlerle etkileşime girer, onları etkiler, onlardan etkilenir ve zihinsel sağlık ve hastalık bu etkileşimin sonucudur.

Çevre genetikle epigenom yoluyla etkileşime girer. Gen etrafındaki histon konfigürasyonundaki bir değişiklik, onun ifade düzeyini değiştirir ve bir gene işlevsellik ile “suskunluk” arasında makas değiştirtebilir. Ayrıca, DNA molekülünün kendisi de CG dinükleotid dizilişindeki sitozin halkalarının metilasyonuyla değiştirilebilir. DNA metilasyonunun gen ifadesinin düzenlenmesinde önemli bir rol oynadığı genel olarak kabul edilir. DNA’nın sınırları belli regülatör bölgelerde metilasyonunun suskun genleri işaretlediğine inanılır. DNA metilasyon örüntüsü erken gelişim sırasında tesis edilir ve hayat boyunca sadakatle sürdürülür. Hayatın ilk haftası sırasında annenin yavrularını yalama -tımarlama davranışlarının artması, DNA demetilasyonuna, histon asetilasyonu ve hipokampusta glükokortikoid reseptör (GR) ifadesinin artmasına neden olur. Böylece, az yalayan-tımarlayan annelerin yavrularında hipokampal GR promoter üzerindeki bir bölge metillenir ve hipoasetile olurken, çok yalayan-tımarlayan annelerin yavrularında demetile ve hiperasetile olur.

Yalamanın yavru tarafından algılanması memlerle, yani, yeni sinirsel bağlantılar ve varolanların güçlenmesiyle sonuçlanır, bu da homo sapiens terimleriyle “seviliyorum”u temsil edebilen bir memdir. Diğer sinirsel bağlantıları etkileyip nörotransmiter salımıyla sonuçlanan ve genleri etkileyen bu sinirsel bağlantı örüntüleridir (memler). Etkilenen genler de kişinin algısal taraflılığını ve gelecekteki hayat deneyimlerine dair yorumlarını, dolayısıyla da strese hassasiyetini ya da dayanıklılığını etkiler. Nöronların ateşlenmesine yol açan davranışsal müdahaleler ve sinyalleşme yolaklarının sürekli ve tekrarlayan aktivasyonu erişkinin beyninde spesifik genlerin DNA metilasyonunda da bir değişmeye yol açabilir.

Algılama duysal itkilerin varolan enformasyon bazıyla (anılarla) bütünleştirilmesini gerektirir. Böyle bir bütünleşme bir algı (percept), başka bir deyişle, beyindeki diğer enformasyonla etkileşime giren bir enformasyon yongası yaratır. Çoğu zaman bu algılar diğer beyinlerden ya da kitaplar, DVD’ler, vs. gibi enformasyon kaynaklarından gelen enformasyon replikalarıdır. O halde algılama beyne mem zerk edilmesi ya da duysal girdiden yararlanarak mem yaratılması olarak düşünülebilir. Memler beyne duyumlar aracını kullanarak girerler.

Kültür-biyoloji bağlantısı: Memetik?

Kültürlenme, geleneksel fikirlerin ve değerlerin sinirsel ağlarda tekrarlanan örüntü oluşumu yoluyla kişinin beyinde yerleştiği  süreçtir. Bazı sinaptik ve dendritik bağlantıların oluşması ve kuvvetlenmesiyle sonuçlanır. Kültürün örgütlenmesinin beynin örgütlenmesinde, tek tek nöronların mikroanatomisinde ve sinir ağlarının örgütlenmesinde psikobiyolojik karşılıkları vardır. Simgeler, dil, yapıntılar, kurallardan oluşan kültür, bir mem havuzudur. Memler beyne girer ve beyinde sinirsel ağ örüntülerinin uzun erimli güçlendirilmesi (LTP) yoluyla yerleşirler. Çocuklukta içeri giren endemik (kültürel) memler, memlerin içeri girişi için gereken süzgeç sisteminin olgunlaşmamış olduğu bir dönemde tekrar tekrar içeri girdiklerinden kuvvetli bir şekilde güçlendirilirler. Sonunda varolan memler daha önce varolan güçlendirilmiş memlerle çatışabilecek olan yeni memleri eleyen süzgeç sisteminin oluşumuna katkıda bulunurlar.

Sürekli stres, bellekle ve beyinde önceden yerleşmiş baskın memlerle bağlantıyı azaltarak, beyne normal süzgeçten geçmeden, dışarıdan mem zerk edilmesi için uygun koşullar sağlar. Yeni stres memlerinin böyle denetlenmeden zerki, beyinde saklı uyumakta olan patojenik memlerle etkileşime girer, kopyalarını uyarır. Katkıda bulunan bir başka etken de kronik stresin bedensel sıkıntı verici duyumlara karşı duyarlılaşmaya neden olmasıdır. Bu tür patojenik memlerin bir örneği, depresif memlerdir. “Ben değersiz biriyim”, “Kötü biriyim”, “Kimse beni sevmez” gibi memler birçok kişide bulunur, fakat günlük hayatta baskın (pekiştirilmiş ) değildir.

Artık diyebiliriz ki, beyinde yerleşik gerek koruyucu, gerekse patojenik memler beynin kültür dediğimiz mem havuzundan edindiği memlerdir. Bu memlerin bir kısmı tekrar tekrar içeri sokulmuş ve pozitif duygulara bağlanmış, kişiliğin baskın parçası haline gelmişlerdir, bir kısmı ise tekrar tekrar içeri sokulmuş fakat bilinçli olarak baskılanmış, negatif duygulara bağlanmış ve uyur, bastırılmış halde beyinde kalmış olabilirler. Kronik stresin katlanarak çoğalmasına ve bilince ulaşmasına izin verdiği bu hoş olmayan duygulanıma bağlanmış bastırılmış memlerdir.

Kültür sadece değerlerden değil, dil, giyim tarzları, yiyecekler ve eğlenme etkinliklerinden de oluşur. Bu tür kültürel itemler kuşaktan kuşağa esas olarak taklit ve özdeşleşme yoluyla geçirilir. (Ör, uzun saç biçimi kadınlar içindir, erkekler pantolon ve gömlek giyer, etek giymez.) Kültür, diğer kültürlere maruziyet yoluyla ya da mutasyon yoluyla değişir. Böylece suşi Batı’da popüler yemek oldu, çoğu Japon ise, Batılı gibi giyindi. Atalarımız yürüdü ve koştu, sonra atlara bindiler, şimdi de biz otomobillere, gemilere, uçaklara biniyoruz. Elbette mutasyon atların otomobillere, kimonoların Batılı takımlara dönüşmesi şeklinde olmadı. Aslında atlar ve kimonolar hala otomobillerle ve Batılı takımlarla yan yana varolmaya devam ediyorlar. Değişen, beyinlerimizin içindedir – kabul edilebilir ya da tercih edilebilir olandaki değişmedir. Değişen, beynin kültürel enformasyona tepkisidir. Örneğin, “Suşi lezzetlidir, onu yemek güzeldir” memi, bir zamanlar hakim olan “Çiğ balık yemek iğrençtir” memini yenilgiye uğratır.

Bu tür değişimlerin temelinde taklit yeteneği yatar. Ahtapotlar ve mürekkep balıkları çevrelerinin rengini taklit eder, ortalığı karıştırıp saldırganlardan kaçarlar. Ötücü kuşlar ebeveynlerini taklit eder ve ötmeyi öğrenirler. Karmaşık sinir sistemlerinin gelişmesiyle, taklit, genlerde kalıtımsal olarak şifrelenenlere eklenen birçok davranış dağarcığının temeli haline geldi. Taklitten önce yeni bir davranışın bir kuşaktan diğerine aktarılmasının tek yolu sadece mutasyondu. Taklitle birlikte yeni kuşaklar davranışları büyüklerinden öğrenebilir hale geldiler. O halde taklidin geleneksel gen aktarılmasını tamamlayan yeni bir kuşaklar arası enformasyon aktarma yolu olduğu görülebilir. Taklit yoluyla anı (bellek) bir başka beyinde çoğaltılır: babasının taşla cevizi kırdığını gören yavru maymun bunu belleğinde tutarak bir daha cevizi olduğunda onu taşla kırabilir.

Beynin karmaşıklığının belli bir düzeyinde fikirler ya da kavramlar doğdu. Fikir, işlenmiş anılara dayanan bir beyin kodudur, yani, soyut bir mem. Fikirler bir başkasına taklit, duygusal ifade ya da diğer iletişim araçlarıyla iletilebilir. Örneğin, bir saldırganı gören bir hayvan çığlık atar, onu görmeyen diğerleri de tehlike olduğu fikrine ulaşır ve kaçarlar. Bazı fikirler yayılır, yani, bulaşıcı hale gelir, yani, kendilerini başka beyinlerde mem olarak çoğaltırlar. Nihayetinde dilin ortaya çıkmasıyla memler sözcüklerin temsil ettikleri eylem yerine, (kendileri de mem olan) sözcükler aracılığıyla  yayılabilirler.

Genler süreklilikleri için nasıl taşıyıcılara ihtiyaç duyuyor ve onların gelişmesi için çalışıyorsa, memler de süreklilikleri için taşıyıcı olarak beyinlere ihtiyaç duyar ve onların büyümesine yol açarlar. Memler, genlerden farklı olarak, beyinler olmadan da (elektronik medya, kitaplar, DVD’ler, bilgisayarlar yoluyla) çoğalabilirler. Genler de zaten DNA’da şifrelenen enformasyon paketlerinden (yani, nükleotidlerde kodlanmış memlerden) başka bir şey değildirler. Böyle bakıldığında memlerin bedenleri, genleri, beyinleri ve bilgisayarları yarattıkları söylenebilir.

Taklit etme eğilimi çoğaldıkça ve insanlar “başarılı memleri taklit etmede daha iyi” hale geldikçe, kültür genişler ve memetik evrim kültürel özelliklerin çeşitleri arasındaki yarıştan kaynaklanmaya başlar. Fakat sonra genetik sağkalım, genetik olarak yararlı ile genetik olarak zararlı memler arasında ayrım yapma yeteneğine bağlı hale gelir. Böylece memler genleri mevcut başarılı memlerden seçin yapabilen bir beyin yaratmaya zorlar, beyin “hangi memlerin yararlı olduğunu, hangilerinin olmadığını tanıyan” bir bağışıklık sistemine benzer hale gelir.

Eleştiriler

Bu kurama, birçok eleştiri de yöneltilmiştir. Bunlardan biri, gen/mem benzetmesinin açıklama gücünün yetersiz bulunmasıdır. Memlerin genlere benzer şekilde nasıl kopyalandığını açıklayabilen bilinen bir mekanizması olmadığı söylenir. Oysa bir fikir basitçe gözlem ve çıkarsama yoluyla kopyalanabilir: B ajanı A ajanının davranışlarını gözlemleyebilir, A’nın X inancına sahip olduğunu çıkarsayabilir ve böylece A ile aynı inancı taşımaya başlayabilir. Fikirler dille de kopyalanabilir. A ajanı X inancına ikna edilebilir, o B’ye bunu anlatır ve B de X’e inanmaya başlar. Her iki durumda da  X inancının dil, çıkarsama, vb. yollarla da olsa kendi kopyasını çıkardığı söylenebilir.

Bir başka itiraz, kültürün ayrı ayrı birimler şeklinde parçalanamayacağını öne sürer.  Buna göre fikirler birbirleriyle mantıksal ilişkiler içinde bulunurlar. Örneğin, görecelik kuramını anlamadan ona inanmak olanaksızdır. Oysa bazı memler ayrıktır (discrete), bazıları değildir; bazıları (örneğin, basılı metinler) son derece sadık bir şekilde çoğalırken bazıları (örneğin, dans adımları) öyle değildir. Bir ezginin hayatta kalma ve çoğalma yeteneği diğer ezgilerden daha fazla kopyalanma, depolanma ve çoğaltılmasına bağlıdır. Ayrıca, genler de diğer genlerin bağlamı içinde incelenmelidirler. Tanrıya inancın önemi nasıl ki toplumsal bağlamla değişebilirse ve sonuçta bu “Tanrıya inanma”yı mem olarak düşünmeyi anlamsızlaştırabilirse, DNA dizilişinin işlevi de organik bağlamla değişebilir ve sonuçta diziliş türünü evrimsel analizin amaçları açısından bir gen olarak saptamayı anlamsızlaştırır.

Bir başka itiraz şöyledir: Memler genlere benzetilerek icat edildi. Genler DNA’dan yapılmış gerçek fiziksel antitelerdir, memler için eşdeğer bir fiziksel antiğe bulunamaz. Bu yüzden mem kavramı yanlıştır/yararsızdır/mem yoktur. Oysa genler çoğaltıcılardır ve onların nasıl çalıştıkları konusunda çok şey biliyoruz. Memler de çoğaltıcılardır ve onların nasıl çalıştıkları konusunda çok az şey biliyoruz. Bu demektir ki, bazı benzetmeler verimli olacaktır, çünkü memler ve genler ikisi de çoğaltıcıdır ve bu yüzden derin benzerlikler gösterirler. Fakat başka benzetmeler yanlıştır, çünkü birçok bakımdan bu iki çoğaltıcı çok farklıdır. Örneğin, biri (genler) yaklaşık 4 milyar yıldır kopyalama makineleriyle birlikte evriliyorken, diğeri (memler) en fazla birkaç milyon yıldır burlardadır; henüz çocukluğundadır.

Memetiğe karşı yaygın bir itiraz insanın özerkliğini ve bilincinin yaratıcı gücünü zayıflatması ve insan kendiliğini (self) özgür iradesi olmayan bir mem kompleksi olarak ele almasıdır. Bu fikirler, memetiğin temellendiği evrensel Darwinizmden, yani, evrende tüm tasarımın evrimsel algoritma yoluyla meydana geldiği ve çoğaltıcı gücüyle yönetildiği fikrinden doğal bir şekilde çıkar. Bu, insan yaratıcılığının, özel bir yaratıcı parlamadan ya da bilincin gücünden değil, insanın memleri depolama, değiştirme ve seçme kapasitesinden çıktığı anlamına gelir. İnsan kendiliği (self) de bir memetik rekabet yapısı olabilir; memleri koruyup çoğalttığı için hayatta kalmıştır. Bunların arasına kişiyi oluşturan birçok mem de dahildir. Bu görüşe göre, kendilik (self) bilince sahip sürekli olarak varolan bir antite değildir ve özgür irade sadece inatçı bir yanılsamadır. İnsanların iki çoğaltıcının evrilmiş yaratımı olduğu şeklindeki bu memetik görüş rahatsız edici olabilir, ama biyolojik ve insani yaratıcılığı tek bir düşüncede birleştirme avantajına sahiptir ve insan doğası, kendilik ve bilince dair yeni anlama yolları sunar.

Memetiğin Geleceği

Memetik evrim gençtir, giderek düzelecektir. Örneğin, müzik eskiden canlı dinlenir ya da kasetlere kaydedilirken, bugün artık online indiriliyor. Araba modelleri taleplere göre değişiyor. Bu değişiklikler, örneğin, analogdan dijital depolamaya geçiş, memlerin kopyalama sadakatini artırıyor ve ömürlerini uzatıyor. DNA da son derece sadık bir dijital sistemdir. İnsan beyni hem dijital, hem de analog sistemler kullanır. Sonunda tüm bu üç sürecin (kopyalama, çeşitlenme ve seçilme) insan beyinlerinin dışındaki makinelerce üstlenileceğini tahmin edebiliriz. Bu noktada, ilk ikisinden üçüncü bir çoğaltıcı ortaya çıkacaktır: “tem”ler ya da “tem makineleri (“temes” ya da “temes machines”: teknolojik memler). İnsan beyni ilkel mem makinesiydi, fakat artık çok daha etkili olan başka mem makineleri yaratılmakta. Uzun ömür, üretkenlik ve sadakati artırmaya yönelik ilk adımlar yazı, matbaa, yollar, telefonlar ve faks makinelerini içeriyordu. Bütün bu gelişmeler kopyalama makineleriyle birlikte evrilen memler olarak görülebilirler. Şimdi üçüncü düzey bir çoğaltıcıya doğru adımlar seçilebiliyor. Buna şu şekilde bakabiliriz: Birinci düzey çoğaltıcı (genler), onları koruyup çoğaltan araçlar  ya da aracılar inşa etti. Bu araçlardan biri taklit kapasitesi kazandı ve böylece ikinci düzey bir çoğaltıcıyı (memler) serbestleştirdi. Yani, önceki düzeyden gelen araç sonraki için kopyalama makinesi haline geldi. Memleri depolamak ve kullanmak (manipüle etmek) için olan araç işlevi gören bilgisayar sistemlerinin hızla bütün bu enformasyon kopyalama, değiştirme ve seçme süreçlerini uygulayabilir hale gelme şeklinde benzer bir adım göz önünde olabilir. Bu onları gerçek tem makineleri haline getirecektir ve biz onların eski mem makinelerine boyun eğmelerini beklememeliyiz.

Dawkins’in sözleriyle bitirirsek: “Öldüğümüzde ardımızda bırakabileceğimiz iki şey var: Genler ve memler. Biz genlerimizi sonraki kuşaklara aktarmak için yapılmış gen makineleriyiz. Ancak bu yönümüz üç nesil sonra unutulmuş olacak. Ölümsüzlüğü genlerde aramamak gerek. Ama, dünya kültürüne bir katkıda bulunursanız; iyi bir fikriniz varsa; bir ezgi bestelerseniz; bir ateşleme bujisi icat ederseniz; bir şiir yazarsanız… İşte, genleriniz ortak havuzda eriyip gittikten çok sonra bile, bunlar bozulmaksızın yaşamaya devam edecektir. Günümüzde Socrates’ten bir veya iki gen kalmıştır ya da kalmamıştır; kimin umurunda ki?”

Kaynaklar:

Blackmore S. Memetics does provide a useful way of understanding cultural evolution. In Contemporary Debates in Philosophy of Biology (Ed: Fransisco Ayala, Robert Arp), Wiley-Blakckwell, 2010.

Brodie R. Akıl Virüsü (Yeni Mem Bilimi). (Çev. Özgü Çelik). Pegasus Yayınları, 2014.

Dawkins R. Gen Bencildir. 9. Baskı (Çev: Asuman Ü. Müftüoğlu). TÜBİTAK, 2001.

Distin K. The Selfish Meme. Cambridge University Press, 2005.

Leigh H. Genes, Memes, Culture, and Mental Illness: Toward an Integrative Model. Springer, 2010.

Stanford Encyclopedia of Philosophy. Cultural Evolution. First Published Sun Dec 23, 2007; substantive revision Tue May 1, 2018

Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

About Hakan Atalay

Psikiyatrist, psikoterapist, öğretim üyesi, eş, baba, Ankaralı, ama şu anda İstanbul’da, Yeditepe Üniversitesi’nde. Eposta: hakan.atalay@yeditepe.edu.tr Çağrı Merkezi: 4447000

Tartışma

Yorumlar kapatıldı.

İletişim

444 7000
Salı: 09:00-18:00
Perşembe: 09:00-18:00

Kategoriler

Blogdaki Yazıların ve Görsellerin Yasal Kullanımı Hakkında

© Hakan Atalay ve hakanatalay.wordpress.com. 2011-2019.

Bu malzemenin bir açıklamada bulunmadan ve yazardan yazılı izin almadan yetkisizce kullanılması ve/veya çoğaltılması yasaktır. Özgün içeriğe uygun ve özgül bir yönlendirme yapılması, [Hakan Atalay]ın ve [hakanatalay.wordpres.com]un tam ve açık kaynak gösterilmesi hallerinde alıntılar ve bağlantılar kullanılabilir.

Akbank Sanat'ta Yapay Zeka ve Aşk üzerine panel.
FB TV'de Depresyon üzerine söyleşi.
Follow Hakan Atalay on WordPress.com