//
Arşiv

Archive for

Geçmişi Beklemek

(PsikeArt, Mayıs Haziran 2019: Sayı 63)

Bir gün, içinde kendimi kaybolmuş hissettiğim AVM’lerden birinde dolaşırken, yürüyen merdivenlere adım atacağım anda, bir tür baş dönmesi hissettim. Algım daha sonra geldi: Yürüyen merdiven duruyordu; yürümüyordu. İlk anda bu nahoş hissin yürümesi gereken merdivenin durduğunu fark etmekten kaynaklanan şaşkınlık duygusuyla ilişkili olabileceğini düşündüm. Fakat daha sonra bu yaşantı hemen o sıradaki okumalarımla birleşti ve bunun “tahmin eden beyin” (predicting brain) olgusunun tipik bir örneği olduğunu anladım. Daha çok şey öğrendikçe, “tahmin eden beynin” zihinsel faaliyetlerimizin birçok yönü için açıklayıcı bir yaklaşım olabileceğini gördüm. Çünkü ben yürüyen merdivenin yürüdüğünü tahmin ediyordum, yürümesini bekliyordum, ama beklentimin gerçekleşmediğini “görünce” be(yi)n afalladı(m). İşte beynin çalışma biçimi budur: Hem beklemek, hem de beklememek. Evet, bir yandan beklemek, çünkü neler olup biteceğini tahmin etmek ve ona göre hazırlanmak; öte yandan, değişik bir durum beklememek ve her şey aynı şekilde devam ediyormuş gibi tekdüze çalışmak. Beyin tüm faaliyeti sırasında bu tür tahminler yaparak, yani, geçmişten çıkarsanan beklentilerle işlev görür. Bunun en basit örneği, başımızın ve gözümüzün bedenimizle birlikte sürekli hareket ediyor olmasına karşın, dış dünyayı hep kararlı bir şekilde algılamamızdır. Bu bize beynin “gördüğüne göre” değil, kendi oluşturduğu tahmini modele göre algılayıp davrandığını gösterir.

“Tahmin” , “prediction”; “tahmin eden beyin” de “predictive brain” için geçici olarak önerdiğim bir terim. “Öndeyici beyin” ya da “yordayıcı beyin” de denebilir, fakat bunlar cümle içinde kullanılınca hantal göründüklerinden, şimdilik “tahmin” sözcüğünü tercih ediyorum. Hem terminolojik, hem de işlevsel olarak hazırlanma (preparation), önsezi (anticipation), öngörü (prospection), beklenti (expectation) gibi kavramlarla akraba gibi görünüyor. Kısaca açıklamak gerekirse; beyin daha olaylar olmadan önce zaten neler olup biteceği konusunda bir tahminde bulunur ve tahmin edilenlere en iyi uyan algıları, davranışları, fizyolojik tepkileri ve kişilerarası ilişki yollarını harekete geçirir. Beynin bu kadar etkili bir şekilde işlemesinin altında, farklı zamansal noktaları birleştirme ve gelecekteki davranışları düzeltmek amacıyla geçmişten yararlanma yönündeki bu tahmin yeteneğinin yattığı ileri sürülmüştür. (“Beynin bütün işlevi şunda özetlenebilir: hata düzeltme.” Ashby, 1947) Tahminler sürekli, otomatik ve tümüyle bilinçsiz olup beyin süreçlerinin her düzeyinde işler. Beyin bu tahminleri yapmak için şimdiki durumla birlikte geçmiş deneyimleri ve öğrenmeyi kullanır. Bu tahmin yetisi bireylerin bir olay olur olmaz daha rahat bir şekilde, etkili ve hızlı yanıt vermesini sağlar. Ve bilindiği gibi, daha hızlı tepki göstermeye hazır olan hayvanların hayatta kalma ve genlerini sonraki kuşaklara geçirme olasılıkları daha yüksektir.

Haz İlkesinin İmkansızlığı

(Düşünbil Dergisi’nin 77.sayısında yayımlandı.)

“… kendimi öldürmedimse, biraz daha fazla matematik öğrenmek istediğim içindir.”

Bertrand Russell, Mutluluk Yolu, sa. 11

“Freud’un Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları kitabına Editör’ün Girişi’nden Freud’un seçtiği özgün başlığın “Das Unglück in der Kultur” olduğunu öğreniyoruz. Sonradan başlık Das Unbehagen in der Kultur olmuş. Yani, Talihsizliği (Unglück), Rahatsızlığa (Unbehagen) dönüştürmüşler, nedense: “Kültürdeki Talihsizlik”, “Kültürdeki Rahatsızlık” olmuş. Sanki yazgısal bir şey, iradi bir şey haline getirilmiş. Bir an Unglück’ün Unbehagen’e değiştirilmesini bir yana bıraksak bile, Kultur’un Civilisation’a dönüşmesine ne diyeceğiz? Kitabın İngilizce’deki acı verici başlığını biliyorsunuz: Civilisation and Its Discontents! Kültür değişmiş ve Uygarlık olmuş! Talihsizlik de Hoşnutsuzluklar… Belki de birbirinin yerine kullanılabilecek kavramlar, ama sanki aralarında küçük de olsa kimi farklılıklar var gibi. Ayrıca, bu sözcüklerin çıkışlarından bu yana ikisi de, yani, kültür de uygarlık da  giderek çeşitlenmiş. Örneğin, ilk başta uygarlık, sayılmayan bir ad iken, tek bir şeyi anlatırken, zamanla sayılır olmuş: “uygarlıklar” sözcüğü ortaya çıkmış: İlkel uygarlıklar, gibi. Sayılmayan bir ad olarak uygarlık,  “bir toplumun merkezileşmiş, kentleşmiş, katmanlaşmış bir yapıya doğru gelişmesini anlatır.” Bir başka tanımlamayla, uygar toplum, doğal ortamdan ayrılmış ve doğa üzerinde egemenlik kurmuş toplum olarak kabul edilir. Latince civitas (kent, şehir) ve civis (yurttaş) ile ilişkilidir. Burada, kent anlamındaki “medine”den gelen “medeniyet” sözcüğünün civilisation’la ilişkisinin daha belirgin olduğuna değinmeden geçmeyeyim. Üstelik, “uygarlık” sözcüğünün erkenden kent yaşamına geçen Uygur Türklerinden geldiğine dair doğrulanmamış bilgiler bulunduğunu da ekleyeyim. Uygarlık, “doğadan kopma ve onun üzerinde egemenlik kurma” halini anlattığına göre, “tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü” olan kültürle örtüşen birçok yönü olması doğaldır. Nihayetinde bunlar, yani, uygarlık ve kültür, “nihai” gerçeklikler değil (öyle bir şeyler varsa elbette). Hatta bunlar, daha çok, biz insanların algıladıklarımıza ve olup bitenlere verdiğimiz adlar. O halde, uygarlık ve kültür üzerine değinmeleri kısa kesip mutluluğa geçeyim.

Mutluluğu geniş anlamda “iyi bir hayat yaşamak” olarak alırsak, entelektüel tarihin en başından beri “iyi hayat”ı neyin oluşturduğu konusunda epey tartışma olmuştur. İlk çağlardan bu yana iyilik haliyle ilgili araştırmaların iki ana eksen etrafında döndüğü söylenebilir: 1) Hedonizm’e göre, iyilik haz ya da mutluluktan oluşur. 2) Yudemonizm’e (eudaimonism) göre ise, “iyilik sadece mutluluk değildir, onun daha fazlasıdır. Aslında iyilik hali, insanın potansiyelinin (demon’unun ya da hakiki doğasının) gerçekleşmesinde bulunur.” Bu iki gelenek, insan doğasına ve iyi bir toplumu neyin oluşturduğuna dair farklı görüşler üzerine kurulmuştur. M.Ö. 4. yüzyılda yaşayan Aristippos hayatın amacının azami miktarda haz yaşamak olduğunu ve mutluluğun hedonik anların toplamı olduğunu öğretiyordu. Hobbes mutluluğun insani iştihalarımızın peşine düşüp onları elde etmekte yattığını savunuyordu, De Sade duyumsama ve haz peşine düşmenin hayatın nihai amacı olduğuna inanıyordu. Bentham gibi faydacı filozoflar da iyi bir toplumun bireylerin hazlarını ve öz-çıkarlarını azamiye çıkarma çabası yoluyla inşa edileceğini savunuyordu.

İletişim

444 7000
Salı: 09:00-18:00
Perşembe: 09:00-18:00

Kategoriler

Blogdaki Yazıların ve Görsellerin Yasal Kullanımı Hakkında

© Hakan Atalay ve hakanatalay.wordpress.com. 2011-2019.

Bu malzemenin bir açıklamada bulunmadan ve yazardan yazılı izin almadan yetkisizce kullanılması ve/veya çoğaltılması yasaktır. Özgün içeriğe uygun ve özgül bir yönlendirme yapılması, [Hakan Atalay]ın ve [hakanatalay.wordpres.com]un tam ve açık kaynak gösterilmesi hallerinde alıntılar ve bağlantılar kullanılabilir.

Akbank Sanat'ta Yapay Zeka ve Aşk üzerine panel.
FB TV'de Depresyon üzerine söyleşi.
Follow Hakan Atalay on WordPress.com