Şizofrengi’de (sayı 1996; 21: 5-12) yayımlanmış bir çeviridir. O dönemin ruhuna uygun bir yazıydı; çeviri de acemilik zamanlarıma denk geldi. )
Makalenin aslı: Cohen CI: Marxism and Psychotherapy. Science & Society 1986; 50(1): 4-24
Ruh sağlığı alanında çalışan Marksistler inançlarını mesleki uygulamalarıyla bağdaştırırken esas olarak iki tavır takındılar: ilki düalist bir tavırdır; Marksizm sosyopolitik dünyayı açıklamak için, geleneksel psikolojik kuram (genellikle de psikoanaliz) ruhsal alanı incelemek için kullanılır. Terapistler bu düalizmin üstesinden gelmeye çalışırken ikinci bir tavır benimsediler, tedaviye yaklaşımlarının kuramsal yöneliminden “ilerici” öğeler devşirmeye çalıştılar.
Lucien Seve’nin “tarihsel materyalizme uygun bir kişilik kuramının bulunmadığı” gözlemi bugün de geçerlidir. Marksistlerin benimsediği bütün kişilik kuramları 1- diyalektik materyalizme bağlılık, 2- bilimsel soruların, gerçekliğin karşısında sınanmasını mümkün kılacak şekilde dile getirilip getirilmemesi, 3- ideolojinin işin içine girip girmemesi, 4- kuramın gerçeklik karşısında uygun bir şekilde sınanıp sınanmaması, 5- kuramda bir eksiklik olup olmaması açılarından sorunlar çıkarmıştır..

Psikoanalitik kuramı Marksist çözümleme ile en iyi bütünleştirenler Frankfurt Okulu üyeleri ve Wilhelm Reich’ti. Freud’cu kuramın daha ideolojik ve tarihsel olarak koşullanmış yönleri (özellikle kadınlarla ilgili olanlar) iyi bilinmekle birlikte, bunlar genellikle insani gelişime ilişkin doğru bir görünümdeki küçük çarpıklıklar diye gözardı edilmişlerdir. Ancak, klasik Freud’cu kuramda Marksizme ters düşen başka sorunlar da vardır. Örneğin, Freud “içgüdüler”in biyolojik kökenli olduğuna inanıyor (“(içgüdüler) bedenin zihin üzerindeki talebini temsil ederler”), onları “bütün etkinliklerin nihai nedeni” olarak görüyordu.
Gerçi Freud’un belirttiği gibi iki temel içgüdünün (eros ve yıkım) bulunması mümkündür, ama o bizden bütün karmaşık biyolojik, psikolojik ve toplumsal davranışların ardında itici güç olarak bu iki “içgüdünün varolduğuna inanmamızı ister. Bu demektir ki DNA’nın, ATP’nin, Krep Siklusunun, entropi yasasının altında bu iki temel içgüdü yatmaktadır. Bu dürtüler nereden gelmektedir? Bütün canlı maddelerin ayrılmaz bir parçası mıdırlar? Kuramı gerçeklik karşısında sınayacak, yani bu içgüdüleri varsayımlar oluşturacak şekilde sınırlayacak (ölçecek, açıklayacak) yöntemlerimiz olmalıdır, yoksa bunların varolduklarını savlayan bir kuram inanca bağlı olmaktan öteye geçmeyecek ve belirsizliğiyle hiçbir şey açıklamayacaktır.
Devamını oku: Eleştirel Psikiyatri
Yorumlar kapatıldı.