Giriş
Deliryum, özellikle dikkatte bozulmayla birlikte, bilişsel yetilerin zayıflaması ve bilinç düzeyinin akut bir şekilde azalmasıyla kendini gösteren bir bozukluktur. Merkezi sinir sisteminin (MSS) hayatı tehdit eden, ancak geri döndürülme potansiyeli de taşıyan bir bozukluğudur; genellikle algı bozuklukları, psiko-motor aktivitede değişmeler ve uyku-uyanıklık döngüsünde kaymalar eşlik eder. Hastaneye yatan popülasyonda yüksek sıklıkta görülmesi, pek iyi tanınmaması ve yüksek mortalite oranına bağlı olarak deliryum, sağlık bakımının seyrini de önemli ölçüde karmaşıklaştırır. Hastane bakım yükünü, yatış süresini, bilişsel çöküşü ve evde bakım hizmetleri gereksinimini artırır, bakım evine yerleştirilme oranını yükseltir. Olguların önemli bir kısmında beyin işlevleri bir daha asla eski haline dönmeyebilir.
Yaş, ilaç kullanımı ve ek tanılar gibi birçok etken görülme sıklığını (prevalansı) artırır. Ancak, deliryum çoğu zaman sağlık çalışanlarınca tanınmaz. İncelenen ortama bağlı olarak yanlış tanıyla ilgili tahminler %40-60 arasındadır. Çoğu durumda deliryum merkezi sinir sistemine (MSS: beyin ve omurilik) yönelik travma ya da stres, ilaç zehirlenmesi ya da çekilmesi/yoksunluğu, organ yetmezliklerinden kaynaklanan metabolik bozukluklar gibi bir çok etkene bağlı olarak gelişir. Çeşitli oluş nedenlerinden (etiyolojilerden) söz edilmesine rağmen, deliryumun altında yatan mekanizmalar (patofizyoloji) henüz aydınlatılamamıştır. Güncel araştırmalar nöro-kimyasal anormallikler, iltihabi (enflamatuar) değişmeler, oksidatif stres ve kan-beyin-bariyeri işlev bozukluğu gibi mekanizmaların hepsinin deliryumun ortaya çıkmasına (patojenezine) katkıda bulunabileceğini göstermektedir.

Tanım
Deliryum terimi, Latince deliro (to be crazy: delirmek) fiilinden gelmektedir: de+lira (çizgiden çıkmak). “Akut konfüzyonel durumlar”,” ensefalit” ya da “ensefalopati”, “akut beyin yetmezliği”, “toksik metabolik durum”, “organik beyin sendromu” gibi isimler de kullanılmaktadır.

Bütün dünyada yaygın olarak kullanılan Amerikan Psikiyatri Birliği’nin psikiyatrik hastalıklarla ilgili sınıflandırma sistemi Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders’ın 5. versiyonunda (DSM-5) Nörobilişsel Bozukluklar (NBB) deliryumla başlar; onu bunama gibi büyük nörobilişsel bozukluklar (NBB), hafif NBB ve bunların etiyolojik alt tipleri izler. NBB kategorisi birincil klinik eksikliğin bilişsel işlevlerde olduğu, gelişimsel değil de, daha ziyade edinilmiş olan bozukluklar grubunu içine alır.
Paranoya, psikiyatrinin “üvey evladı”, hatta cami önüne bırakılmış bebeği gibidir… Şizofreniler belki de belirtilerinin tuhaflığı, kişide oluşturduğu yıkımın düzeyi, genel nüfustaki sıklığı, vb. çeşitli nedenlerle üzerinde çok düşünülmüş, çok çalışılmış, tanısı ve tedavisi için çok emek harcanmış bir rahatsızlıklar toplamı iken, -en azından düşünce alanında- şizofrenilerdeki kadar tuhaf belirtiler üreten paranoya durumlarının nedenleri ve tedavisi konusunda belirsizlik büyük ölçüde sürmektedir. Ayrıca, “şizofreni” terimi üzerindeki “damgalanma”nın sürmesine rağmen bu ad sınıflandırma sistemlerinde korunurken, “paranoya” terimi çıkarılmıştır. (“Bastırılmıştır” diyebilir miyiz?). Artık psikiyatride “paranoya” diye bir “hastalık” yoktur; onun yerini “sanrılı (ya da ‘hezeyanlı’) bozukluklar” almıştır.
(Şizofrengi 1997: 26: 21-25)
Makalenin aslı: Rosenberg R. Some themes from the philosophy of psychiatry: a short review. Acta Psychiatrica Scandinavica 1991; 84(5): 408-12
METAPSİKİYATRİ GEREKSİNİMİ
Bir çok genç psikiyatrist için gündelik klinik uygulamalardaki sorunlar neredeyse teknik ya da adlî sorunlarla eştir.
Profesyonel eğitimlerinin temel bir öğesi olarak sürekli bir şekilde akademik disiplinin (psikiyatrinin) son göstergeleri olan kuramsal ve teknik beceriler edinirler. Modern psikiyatrist için geniş bir yelpaze içindeki tıbbî ve psikolojik alanlar üzerine (dahiliye, nöroloji, psikofarmakoloji, nöropatoloji ve çeşitli psikoterapi biçimleri gibi) sıkı bilimsel bir temel bir zorunluluktur.
Özellikle önemli bir alan da hastaneye (istemsiz) yatırma ve tedaviyle ilişkili olan yasal konulardır. Bu yüzden, tıbbî bir disiplin olarak psikiyatrinin toplumsal gerçeklikle ve toplumun talepleriyle güçlü bağlantıları vardır. Okumaya devam et
(Şizofrengi 1996; 23: 29-34)
Makalenin aslı: Cohen CI. The Biomedicalization of Psychiatry: A Critical Overview. Community Mental Health Journal 29: 1993: 509-521
GİRİŞ
Psikiyatride biyomedikal modelin yükselişini en iyi gösteren olgu, Amerikan Psikiyatri Birliği’nin (APA) 1992 yılı toplantısında Yeni Araştırmalar Oturumları’nda sunulan 627 makaleden % 86’sının biyomedikal yönelimli olmasıdır (APA, 1992). “Genç araştırmacılar” tarafından sunulan 227 makaleden % 88’inin biyomedikal m

erkezli olması, psikiyatrinin geleceği konusunda özellikle bir fikir vermektedir. Gerçekten de, bugün neredeyse bütün psikiyatri departmanları biyomedikal araştırmalara katılan kişilerce yönetilmektedir, oysa otuz yıl önce bu mevkilerde büyük oranda psikanalistler bulunuyordu (Bader, 1992).
Elbette zihinsel bozuklukların biyolojik temellerini araştırmak özünde yanlış bir şey değildir. İnsanlar biyolojik yaratıklardır ve açıktır ki -normal ya da anormal- bütün insan davranışlarında biyolojik faktörlerin etkisini kabul etmek gerekir. Burada ilgilendiğim şey, biyolojik indirgemeciliğe yönelik son eğilimlerdir; yani bir kaç düzeyde (örneğin, toplumsal ve psikolojik düzeyde) ortaya çıkan fenomenlerin tek bir düzeyde (biyolojik) açıklanmaya çalışılmasıdır.