//
Arşiv

psikopati

This tag is associated with 4 posts

Aldatma

Aldatmayı Saptama Algoritması İşe Yarar Mı?

Ebeveyn ve evlat sevgisi de dahil olmak üzere, belirgin toplumsal içgüdüler bahşedilmiş herhangi bir hayvan, kaçınılmaz olarak bir ahlak anlayışı ya da vicdan kazanacaktır. 

(Darwin, İnsanın Kökeni)


Kurallara uymamak bir marifet midir? Kurulu düzene başkaldırı mıdır? Devrimci bir eylem midir? Örneğin, İstanbul’un kaotik trafiğinde gıdım gıdım ilerlemeye çalışırken yanımızdaki emniyet şeridinden 90 km hızla geçen arabayı bu devrimci eylemi için alkışlamalı mıyız? Görüyoruz, kimi arkasında Arapça Besmele yazan bir Doblo, kimi KAtatürk imzalı bir Astra olabiliyor. Yani, ideolojik bir mesele değil, belli ki. Bir Müslüman sıkışık trafikte kurallara uyarak beklerken yanından kurallara uymadan geçen, hatta emniyet şeridine çok yaklaştığı için korna çalıp kenara çekilmesini isteyen besmeleli bir Doblo sürücüsü hakkında ne düşünür acaba? Ya da aynı durumdaki bir Atatürk hayranı, arkasına KAtatürk imzası yapıştırmış bir arabanın emniyet şeridinden -muhtemelen bir suçluluk da hissetmeden- ilerlemesini nasıl yorumlar? 

Kısa da olsa bir dönem göz ağrımız olan Psikodiyalektik Araştırmalar Derneği’nde Gönül Yarası filmi üzerine yönetmen Yavuz Turgul’un da katıldığı bir söyleşide, filmdeki Halil (Timuçin Esen) karakteri dolayımıyla solcuların psikopati meselesini çözmeleri gerektiğini, 12 Eylül öncesinde olduğu gibi, bazı toplumsal hareketlerin psikopatlara açık olması yüzünden değerinden kaybettiğini, ileride de kaybedeceğini, vs. söylemiştim. Sonlara yaklaşmıştık sanırım, çok fazla tartışmaya zamanımız yoktu, ancak, tarihsel ilerlemede psikopatların rolünü göz ardı etmemek gerektiği, birçok ilerlemede başı çektikleri, vs. şeklinde uyarılar geldiğini hatırlıyorum.

Öte yandan, herkes emniyet şeridinden gitse, yol boş kalırdı elbette. Buradan, birilerinin yararlanabilmesi için en azından çoğunluğun kurallara uyması gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. Nitekim, insanların birbirlerini öldürmelerini, işkence çektirmelerini istemiyoruz; özellikle çocuklara, zayıf durumda olanlara, hastalara kötü muamele edilmesi halinde genel bir itiraz yükseliyor, vs. Neyse ki, ortak karşı çıkacağımız birçok konu var. Daha önce Psikeart’ın bazı sayılarında insanın toplumsal bir varlık olduğundan, bu durumun insanı toplumsal zihinle düşünmeye mecbur bıraktığından, dolayısıyla, insanı her zaman ilişkileri içinde değerlendirmenin temel bir ilke olması gereğinden söz etmiştim. Bu yazıda, söz konusu toplumsallığı aşındırması beklenen, ama doğal tarihte bunca süre geçmesine karşın insan hayatındaki mevcudiyetini sürdürme başarısı gösteren Aldatma’dan söz edeceğim.

İnsanlar birçok sosyal tür gibi ortak yaşamanın yararları yüzünden baştan itibaren toplumsal işbirlikleri ve iletişim biçimleri geliştirmiş olmalarına karşın, toplu yaşamanın bu özelliklerine uymayan aldatma davranışı sosyal hayatta nasıl kendine yer bulmaktadır? Her gün haberlerde kurumsal dolandırıcılıklardan, vergi kaçırmalardan, hırsızlıktan ve bunun gibi etik olmayan bir sürü davranışlardan söz ediliyor. Akademide bile ünlü hocaların intihal, veri manipülasyonu ve bilimsel suistimalle suçlandığı skandallar oluyor. Bazı çalışmalar aldatmanın sadece arılar, karıncalar ya da insanlar, hatta üniversite hocaları gibi gelişkin organizmalarda değil, bakteri düzeyinde bile işlediğini düşündürüyor. Örneğin, bakteri dünyasında “Çoğunluğu Algılama” (Quorum sensing) adı verilen olguyu ele alalım: Çoğunluğu algılama, bakterilerden arılara kadar sosyal ortamlarda bir tür karar verme yöntemidir. Merkezi yönetimi olmayan yapılarda işe yarar. Çoğunluğu algılama halinde bakteriler grup davranışının eşgüdümüne olanak veren, ortama yayılabilen sinyal moleküller üretirler. Hücreler büyüdükçe bu sinyaller hücre içinde ve dışında birikirler. Belli bir eşik düzeyinin üstünde (çoğunluk yeter sayıya ulaştığında) sinyaller hedef genlerin ifadesini etkinleştirmek üzere aynı kökten transkripsiyon faktörlerine bağlanırlar. Çoğunluk yeter sayısının kontrol ettiği 30’dan fazla gen hücre dışı enzimleri, ikincil metabolitleri ve toksinler gibi virülans (hastalandırma gücüyle ilgili) faktörleri kodlarlar. Bu virülans faktörlerinin enfeksiyonlara katkıda bulundukları düşünülmektedir. Ancak, bazı enfeksiyonlarda çoğunluk algılama yetileri eksik olan mutant bakteriler de saptanmıştır. Örneğin, Pseudomonas aeruginosa. Bazı mutantları hücre erimesine ve ölümüne dirençli olan, enfeksiyonda çoğalma avantajları bulunan bu türlere “sosyal hilebazlar” (cheaters) adı verilmektedir.

Herhangi bir canlı grubunun üyelerinin diğer üyelerle işbirliğine girerlerse, tek başına yaşamaya göre daha iyi bir hayatları olacağı açıktır, fakat bu tür topluluklarda ya herkes başkaları daha çok verirken kendileri daha çok almaya çalışırsa? Herkes bencilce davranırsa sömürülecek işbirliği eğilimli üyeler azalır, işbirliği sistemi çöker. Onun için, evrim sonucunda ortaya çıkan ahlak ilkeleri karşılıklı yarar sağlayan, işbirliğine dönük ilişkiler geliştirmenin en etkili araçlarını oluşturdukları için evrililirler. Böyle bakıldığında, tüm normal insanlar bir ahlak duyusuna (sense of morality) sahiptir. Başka bir deyişle, ahlak türe özgü ve kültürel açıdan evrenseldir; insan doğasının ayrılmaz bir parçasıdır. Ahlak, ortak yaşamı kolaylaştırmak için süzülerek gelen toplumsal yaşama ilkeleri olarak kabul edilebilir. O halde her yerde geçerli bir ahlaktan söz edebilir miyiz? Evrimsel psikoloji alanında çalışan bilim insanlarına göre, evet. Tür olarak biz insanlara, hatta memelilere özgü belli evrensellerden, ön-toplumsal ilkelerden söz edebiliriz.

Peki, biz bu ilkelere mantıksal yöntemlerle, akıl yürüterek mi ulaştık? Onları matematik yasaları gibi her yerde, her zaman geçerli mi kıldık? Ahlak ilkeleri, önerme mantığı gibi, içerikten bağımsız biçimsel kuralları içeren akıl yürütme süreçleri mi, yoksa yaşantımız için önemli uyum sorunlarını çözmek için tasarlanmış olan akıl yürütme süreçleri mi? Bunlar genel amaçlı olan ve her probleme uygulanan kurallardan mı, yoksa ilgi alanına özgül olan ve sınırlı problem grupları için tasarlanmış olan kurallardan mı oluşur? İnsanlar tarih boyunca bu kuralları belirleyen açık ya da gizli toplumsal sözleşmeler (ya da toplumsal düzenlemeler) yapmışlardır. Toplumsal sözleşme, kısaca, bir alışveriştir: bir birey, diğer birey ya da gruptan bir yarar elde edecekse, o bireye ya da gruba bir bedel ödemesi gerekir. Oysa aldatma, gelen yararı kabul ederken, toplumsal sözleşmenin yürümesi için gerekli olan bedeli ödememektir.

İnsan topluluklarında (açık ya da örtük) toplumsal sözleşmeler mevcut olmuştur, çünkü türümüz tarihinin %99’dan çoğunu avcı-toplayıcı olarak geçirdi. Avcı-toplayıcılar için toplumsal sözleşmeler, yani, karşılıklı yarar için işbirliği, hayatta kalmak için zorunluydu. Buna uygun olarak, insan zihni toplumsal olan kurallar ile olmayanlar arasında ayrım yapar. Fakat aldatanları saptayamadıkça, işbirliği (karşılıklı fedakarlık) evrilemez. Bu nedenle, kişinin aldatanları etkili bir şekilde saptamasına olanak veren bir “akıl yürütme prosedürleri kümesi” (aldatanı-saptama algoritması) da evrim göstermiştir. Buna göre, bir kural toplumsal sözleşme olarak algılanırsa, aldatanları saptayabilecek bilgileri araştıran bir “aldatanı-saptama algoritması” faaliyete geçer. Başka bir deyişle, eğer bir özne toplumsal sözleşmede bir tarafı temsil ediyorsa ve öteki tarafın bir aldatma seçeneği varsa, aldatanı saptama algoritması (yani, öteki tarafın sağladığı yarar ile ödenmeyen bedel konusunda bilgileri araştıran bir sistem) etkinleşir. Toplumsal ilişkilerde aldatmanın saptanması, tıpkı küçük gruplarda dedikodunun oynadığı rol gibi, evrim mirasımızın yaşamsal bir parçasıdır.

İnsanlar çıkarları gereğince başkalarını aldatma seçeneğiyle, yani, bir tür etik ikilemle karşılaştıklarında, rekabet halindeki iki arzuyu dengelemeleri gerekebilir: Kendi anlık bireysel çıkarlarına hizmet etmek arzusu ile uzun vadeli toplumsal iyilik için ahlaki standartlarını korumak arzusu. Bu etik ikilemi kendilerini kandırma stratejileri kullanarak, yani, ahlakla ilişiği keserek ve akla uydurarak çözerler. Bu strateji, hem kuralları esnetmekten kaynaklanan negatif sonuçlardan kaçınmaya, hem de dürüst olmamanın yararlarından istifade etmeye imkan verir.

Kendini kandırmanın en bilinen yollarından biri, “görmezden gelme”dir. Dürüst olmamak kazandırdığı zaman, insanlar istenmeyen bilgilere pek dikkat etmeme eğilimindedirler. Böylece bir yandan davranış ile ahlaki standart arasındaki tutarlılık hissi sürdürülür, bir yandan da dürüst olmamaktan yararlanılır. Aldatmanın görmezden gelme ile ilişkisini özlü bir şekilde ortaya koyan ve göz hareketleri kaydedilerek yapılan bir çalışmada, deneklerden, üstünde Joker ya da 1’den 9’a rakamlar olan kartlar gösterilip Joker çıktığında bir düğmeye, rakam çıktığında başka bir düğmeye basması istenir. Her J’ye bastıklarında başlangıçta verilen ödülden kalan kısımları kendilerine kalacaktır. Deneklere verilen 60 doların, sonuçların dürüstçe bildirilmesi halinde, 120 deneme sonunda 0’a inmesi gerekmektedir. Fakat herkes belli bir düzeyde kazanır. İlginç olan, rakamlı kartlarda hiç hata yapılmazken J’li kartlarda %30 oranında yanlış bildirilmiş olmasıdır, yani, para kaybetmemek için hile yapılmıştır. Deneklerin göz hareketlerinin analizi sonucunda odaklandıkları bölgeler saptandığında, katılanların dürüst davranmadıkları denemelerde Joker’de takılıp kalma süreleri daha kısayken, rakamlı kartlarda takılma süreleri daha uzun bulunmuştur. Yani, istenmeyen bilgilere daha az dikkat ayırmışlar, istemedikleri bilgiyi görmezden gelmeyi yeğlemişlerdir. Oysa aynı çalışma eğer doğru yanıtlarlarsa ödül alacakları söylenerek yinelendiğinde, denemelerin %99.5’unda doğru yanıtlar vermişlerdir.

Sosyal psikoloji literatürü aldatmanın hem eylemin farkında olmaktan, hem de aynı durumlarda diğerlerinin ne yaptığından etkilendiğini göstermiştir. Başka bir deyişle, grubun diğer üyelerinin etik olmayan eylemleri gerek aldatmanın bir seçenek olduğu mesajı verdiklerinden, gerekse de bu seçeneğin izlenecek bir norm olmasından dolayı bireysel aldatmayı artırabilir. O halde, iyi örnekler yayıp kötüleri saklı mı tutmalıyız? Bir toplumda yüksek düzeyde dürüstlüğün olmamasını açığa vurmak iyi bir fikir mi? Normun dürüstlük olduğu öğrenilirse, insanların buna uyup daha az aldatmasını bekleyebilir miyiz?

Evet, araştırmalara göre, insanların sorumluluk duygusunun değiştirilmesi, davranışlarını değiştirebilir. Örneğin, kişisel sorumluluk duygusunu hatırlatmak, insanların davranışlarını tutumlarıyla aynı olacak şekilde düzeltmelerine neden olur. Sonuçların çabadan çok doğuştan gelen özelliklere dayandığına inanmak da davranışı ters yönde etkiler.

Üniversite öğrencilerinin katıldığı bir çalışmanın birinci aşamasında Francis Crick’in Şaşırtan Varsayım kitabından özgür iradeyi reddeden bir pasaj, kontrol grubuna bilinçle ilgili, özgür iradeye değinmeyen bir yazı okundu. Sonra Özgür İrade ve Belirlenimcilik Ölçeği ve Pozitif ve Negatif Duygulanım Ölçeği doldurtuldu. Deneklere bilgisayardan bir aritmetik testi verildi. Bilgisayarda bir programlama hatası olduğu ve her problemi çözmeye çalışırlarken doğru yanıtın ekranda göründüğü, ama problem göründükten sonra boşluk tuşuna basarak yanıtın görülmesini engelleyebilecekleri söylendi. Ayrıca, deneyci boşluk tuşuna bastıklarını bilmeyecek olsa da, soruları kendi başlarına dürüstçe çözmeleri istendi. Aslında bilgisayar sadece yanıtları göstermeye değil, boşluk tuşuna basma sayılarını da hesaplamaya ayarlanmıştı. Katılanlar özgür iradeye karşı olan denemeyi okuduktan sonra daha çok aldattılar: boşluk tuşuna daha az bastılar. Yani, kişisel davranışların kendi dışından belirlendiği anlayışının benimsenmesi, aldatma örneklerinin artmasıyla orantılıydı.

Çalışmanın ikinci aşamasında aldatmanın olası olduğu 3 durum belirlendi: özgür irade durumu, belirlenimcilik (determinizm) durumu ve yüksüz durum. Katılanlar inançları değiştirmesi amaçlanan bir dizi fadeyi okuyup değerlendirdiler. Her sayfada bir yazı olacak şekilde 15 yazılık bir broşür verilip her sayfanın üstünde 1 dakika düşündükten sonra sayfayı çevirmeleri istendi. Katılanlara 15 okuma-anlama, matematik, mantık ve akıl yürütme problemi verildi. Deneycinin insanların ödevlerden zevk almasını araştırdığı ve doğru çözdükleri her problem için 1 dolar alacakları söylendi. Bu noktada deneyci telefonuna bakıp birden katılması gereken bir toplantı olduğunu fark ettiğini söyledi. Katılanların en fazla 15 dakikaları olduğunu, sonra kendi problemlerini puanlayıp her doğru cevap için kendilerine 1 dolar ödemelerini istedi. Cevap kağıtlarını ve dolar içeren zarfları gösterdi. Cevap kağıtlarını parçalamak için mekanik bir kağıt öğütücüyü kullanmalarını, bunları saklamalarına izin verilmediğini anlattı. Sonra odadan çıktı, fakat dışarıda bekleyip çıkanları bilgilendirdi.

Katılanlar ne kadar çok özgür irade ifadelerini benimsiyorsa, kendileri puanladıkları bilişsel testler için kendilerine o kadar az ödediler. Çalışmanın iki aşamasında da özgür irade inançlarının zayıflaması aldatmayı artırdı. 

Bu sonuçlar eldeki sayısal verilerle birlikte düşünüldüğünde karamsar olunabilir, çünkü 1960’lardan 1990’lara kontrol odağı (yani, “hayattaki sonuçlardan içsel (kişisel) faktörler mi, yoksa dışsal (çevresel) faktörler mi sorumludur?”) puanlarında önemli değişmeler olduğu bulundu. İnsanların kendi akıbetlerini kontrol etmedikleri (dışsal kontrol odağı) inancı bu on yıllarda ¾ standart sapma yükselmiş gibi görünüyor. Sınavda sahte kağıt kullandıklarını söyleyen öğrencilerin yüzdesi 1969’da %34 iken, 1989’da %68’e çıkmış. Özetle, özgür iradeye inancın azalması, aldatmada artışa katkıda bulunuyor olabilir. Kendisinin dışındaki güçlerin davranışlarını belirlediği inancı, aldatmanın cazibesine direnme isteğini zayıflatıyor, “niye canımı sıkayım ki?” zihniyetini tetikliyor olabilir. 

O zaman, aldatmanın yerine işbirliği ve dayanışmanın egemen olduğu bir toplumsal hayat için önerilebilecek yollardan biri, herkese her şeyin mükemmel olacağı bir başka dünyaya ulaşana kadar bireysel sorumluluk duygusunu yeniden hatırlatmak ve aldatmanın güncel toplumsal hayatı nasıl tehlikeye sokabileceğini yeniden ve yeniden anlatmak olabilir.

Kaynaklar:

Bucciol A, Piovesan M. Luck or cheating? A field experiment on honesty with children. J Econ Psychol 2011; 32: 73-78

Coricelli et al. Cheating, emotions, and rationality: An experiment on tax evasion. Exp Econ 2010; 13: 226-247

Cosmides L. The logic of social exchange: has natural selection shaped how humans reason? Studies with the Wason selection task. Cognition 1989; 31(3): 187-276

Crofoot MC, Gilby IC. Cheating monkeys undermine group strength in enemy territory. PNAS Early Edition.

Fosgaard TR, Hanzen LG, Piovesan M. Separating Will from Grace: An experiment on conformity and awareness in cheating. J Econ Behav Organiz 2013; 93: 279-284

Gigerenzer G, Hug K. Domain-specific reasoning: Social contracts, cheating, and perspective change. Cognition 1992; 43: 127-171

Krebs DL. Morality: An evolutionary account. Pers Psychol Sci  2008; 3: 149-172

Pittarello A. et al. The relationship between attention allocation and cheating. Psychon Bull Rev 2016; 23: 609-616

Sandoz KM, Mitzimberg SM, Schuster M. Social cheating in Pseudomonas aeruginosa Quorum sensing. Proc Nat Acad Sci USA 2007; 104: 15876-15881

Shermer M. İyiliğin ve Kötülüğün Bilimi. (Türkçesi Sinem Gül) Varlık, 2007.

Vohs KD, Schooler JW. The value of believing in free will: Encouraging on beliefs in determinism increases cheating. Psychol Sci 2008; 19: 49-54


PsikeArt Ocak Şubat 2019.

Karanlık Üçlü (Dark Triad)

Craig Neumann, Scott Barry Kaufman. Psyche.

Son yıllarda narsisizm, psikopati ve Makyavelizmden oluşan karanlık üçlü üzerine birçok araştırma yayımlandı. Araştırmalara bakılırsa, genel nüfusun %1-2’si uç düzeyde karanlık üçlü özellikleri sergiliyor. %10-20 ise orta düzeyde. Ancak bu ılımlı düzeyde bile karanlık üçlü özelliklerine sahip olan kişiler yalan söylüyor, aldatıyor, ırkçı tutumlar takınıyor ve başkalarına şiddet uyguluyorlar.

By Melisa Hogan (wikimediacommons)

Kişiiliğin bir de aydınlık yanı, aramızdaki ‘sıradan azizler’ var: Bu kişiler başkalarıyla içtenlikle ilgilenir, onlara bir amaca yönelik araçlar olarak değil sorgusuz iyi muamele ederler. Başkalarının başarılarını alkışlar, insanların temelde iyi olduğuna inanır, herkesin onuruna saygı duyarlar. İnsanların %30-50’si de belirgin bir aydınlık kişilik profili gösteriyor. Bu oran özellikle kadınlarda daha yüksek.

İlk bakıldığında “sona kalan dona kalır” sözü doğru gibi görünüyor. Enerjinizi hep başkalarına özen göstererek harcarsanız, belki de arkada kalmaya mahkum olursunuz. Başkalarının hislerine aldırmadan onları aldatmaya ve kullanmaya hevesliyseniz, hep “bir numara” olmakla ilgilenir ve daha hızlı zirveye çıkarsınız. Fakat araştırmalar bu çıkarımları desteklemiyor.

Araştırmalarda “başarılı” karanlık kişilik fikrine destek var, ancak, bir noktaya kadar. Örneğin, bir çalışmada psikopatik kişilik özellikleri olanların partnerle rekabet etmelerini gerektiren bir ödev verildiğinde daha fazla, fakat işbirliği gerektiren bir ödev verildiğinde daha az puan kazandıkları bulunmuş.

Aldatmayı Saptama Algoritması İşe Yarar Mı?

Psikeart Ocak-Şubat 2019 (Aldatma)

Ebeveyn ve evlat sevgisi de dahil olmak üzere, belirgin toplumsal içgüdüler bahşedilmiş herhangi bir hayvan, kaçınılmaz olarak bir ahlak anlayışı ya da vicdan kazanacaktır.

(Darwin, İnsanın Kökeni)

Kurallara uymamak bir marifet midir? Kurulu düzene başkaldırı mıdır? Devrimci bir eylem midir? Örneğin, İstanbul’un kaotik trafiğinde gıdım gıdım ilerlemeye çalışırken yanımızdaki emniyet şeridinden 90 km hızla geçen arabayı bu devrimci eylemi için alkışlamalı mıyız? Görüyoruz, kimi arkasında Arapça Besmele yazan bir Doblo, kimi KAtatürk imzalı bir Astra olabiliyor. Yani, ideolojik bir mesele değil, belli ki. Bir Müslüman sıkışık trafikte kurallara uyarak beklerken yanından kurallara uymadan geçen, hatta emniyet şeridine çok yaklaştığı için korna çalıp kenara çekilmesini isteyen besmeleli bir Doblo sürücüsü hakkında ne düşünür acaba? Ya da aynı durumdaki bir Atatürk hayranı, arkasına KAtatürk imzası yapıştırmış bir arabanın emniyet şeridinden -muhtemelen bir suçluluk da hissetmeden- ilerlemesini nasıl yorumlar?

Kısa da olsa bir dönem göz ağrımız olan Psikodiyalektik Araştırmalar Derneği’nde Gönül Yarası filmi üzerine yönetmen Yavuz Turgul’un da katıldığı bir söyleşide, filmdeki Halil (Timuçin Esen) karakteri dolayımıyla solcuların psikopati meselesini çözmeleri gerektiğini, 12 Eylül öncesinde olduğu gibi, bazı toplumsal hareketlerin psikopatlara açık olması yüzünden değerinden kaybettiğini, ileride de kaybedeceğini, vs. söylemiştim. Sonlara yaklaşmıştık sanırım, çok fazla tartışmaya zamanımız yoktu, ancak, tarihsel ilerlemede psikopatların rolünü göz ardı etmemek gerektiği, birçok ilerlemede başı çektikleri, vs. şeklinde uyarılar geldiğini hatırlıyorum.

Öte yandan, herkes emniyet şeridinden gitse, yol boş kalırdı elbette. Buradan, birilerinin yararlanabilmesi için en azından çoğunluğun kurallara uyması gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. Nitekim, insanların birbirlerini öldürmelerini, işkence çektirmelerini istemiyoruz; özellikle çocuklara, zayıf durumda olanlara, hastalara kötü muamele edilmesi halinde genel bir itiraz yükseliyor, vs. Neyse ki, ortak karşı çıkacağımız birçok konu var. Daha önce Psikeart’ın bazı sayılarında insanın toplumsal bir varlık olduğundan, bu durumun insanı toplumsal zihinle düşünmeye mecbur bıraktığından, dolayısıyla, insanı her zaman ilişkileri içinde değerlendirmenin temel bir ilke olması gereğinden söz etmiştim. Bu yazıda, söz konusu toplumsallığı aşındırması beklenen, ama doğal tarihte bunca süre geçmesine karşın insan hayatındaki mevcudiyetini sürdürme başarısı gösteren Aldatma’dan söz edeceğim.

Schopenhauer’in Kirpileri

[Psikeart Kasım Aralık (54) 2017 (Sadizm) sa. 8-15.]

Sadizm terimi eziyet, şiddet ve şehvet arasındaki bağlantıyı tanımlayan bir terim olarak Krafft-Ebing (1886) tarafından -filozof ve yazar Marquis de Sade’e atfen- uyduruldu. Kısaca, “kurbana duygusal veya fiziksel acı vermekten ve onun üzerinde egemenlik kurmaktan cinsel olarak uyarılma” şeklinde tanımlanabilir. Razı olan partnerleri aşağılama, ısırma gibi eylemlerden başlayıp kurbanlara isteği dışında işkence yapmaya (bağlama, kamçılama, yakma, boğma, bedenine yabancı cisim sokma, yaralama), hatta öldürmeye değin uzanır. Esas olarak bir erkek fenomenidir. Bir takım kişilik bozuklukları (örneğin, toplum karşıtı, narsisist, şizoid kişilik bozuklukları) ve transvestik fetişizm (karşın cinsin elbiselerini giymekten haz duyma), mazoşizm, röntgencilik, teşhircilik gibi diğer parafililerle de sıklıkla birliktedir.

sadizm

 

Özellikler

Sadizm çalışmaları genellikle suçlular üzerinde yapıldığından ve toplum içindeki insanlar bu tür eğilimlerini gizleme gereği duyduklarından, çeşitli biçimleriyle sadizmin gerçek sıklığını ve karakter özelliklerini bilmek zordur. Bazı çalışmalar bilgi verici olabilir. Örneğin, herhangi bir suç işlememiş erkek üniversite öğrencilerinin belli bir yüzdesi “başkalarına acı verme” fantezilerinden

Okumaya devam et

İletişim

444 7000
Salı: 09:00-18:00
Perşembe: 09:00-18:00

Kategoriler

Blogdaki Yazıların ve Görsellerin Yasal Kullanımı Hakkında

© Hakan Atalay ve hakanatalay.wordpress.com. 2011-2019.

Bu malzemenin bir açıklamada bulunmadan ve yazardan yazılı izin almadan yetkisizce kullanılması ve/veya çoğaltılması yasaktır. Özgün içeriğe uygun ve özgül bir yönlendirme yapılması, [Hakan Atalay]ın ve [hakanatalay.wordpres.com]un tam ve açık kaynak gösterilmesi hallerinde alıntılar ve bağlantılar kullanılabilir.

Akbank Sanat'ta Yapay Zeka ve Aşk üzerine panel.
FB TV'de Depresyon üzerine söyleşi.
Follow Hakan Atalay on WordPress.com