Sigmund Freud’un kuramlarına ilk karşı çıkan Alfred Adler’di. Adler’in 1911’de Freud’la bozuşmasıyla sonuçlanan psikanalizi yeniden şekillendirme çabası, daha sonra neo- ve post-freudcuların katkılarında bulunan bütün öğeleri içeriyordu. Sonrakiler gibi bu çabada da yeni formülasyonlar daha insanî, liberal ve toplumsal bir bilinç adına ortaya kondular. Sonrakiler gibi burada da kuram ve üstkuramdan pratiğe ve pragmatizme, cinsel ve ruhsal derinlik ve geçmişten cinselliksiz ruhsal bir yüzeye ve bugüne doğru bir kayma meydana geldi. Sonrakiler gibi burada da öznellik “birey” kisvesiyle psikanalize eklendi. Bütün bu liberal revizyonlar psikanalizin devrimci özünü sağduyu ile değiştirdiler. Adler ve ardından gelenler bastırma, çocuk cinselliği ve libido gibi ayrıksı kavramlardan kaçmaya çalıştılar, çünkü bunlar “geleneğin önyargılarına ters düşüyorlardı”.

Freud’un Adler’e tepkisi, Frankfurt Okulu’nun neo-freudculara verdiği yanıtın önhabercisiydi. Her ikisi de psikanalizin önceliklerinin yerine gündelik aklın konmasına; içgüdüsel dinamiğin yerine toplumsal etkenlerin ya da ilginin, bastırma ve cinselliğin yerine güvensizliğin ve amaçların, derinlik psikolojisi yerine yüzey psikolojisinin geçirilmesine karşı çıkıyordu. Freud’a ve eleştirel kurama göre, cinsellik, bastırma ve libido psikanalizden çıkarılacak şekilde revize edildiği anda, psikanalizin kendisi bastırılmış demektir. Adorno, neo-freudcular üzerine yazarken, “yüceltmeyi analiz etmek yerine” diyordu, “revizyonistler analizin kendisini yücelttiler.”
Okumaya devam etBu yazı Russell Jacoby’nin daha sonra Belleğini Yitiren Toplum adıyla Ayrıntı Yayınları’ndan çıkacak olan Social Amnesia: Critique of Conformist Psychology from Adler to Laing kitabından Türkçeleştirilerek Şizofrengi‘de (sayı 5; 1992, sa. 10-13) yayımlanmıştı.
Yeni-Freudcuların bilinçdışının psikolojisinden bilinçli olana, idden egoya, cinsellikten ahlâkçılığa, bastırmadan kişilik gelişimine ve en geneliyle libido ve derinlik psikolojisinden “yüzey ve kültür psikolojisi”ne kayması post-Freudcularla hızlandı. Psikanaliz çok fazla uzak, çok fazla kişiliksiz, çok fazla maddeciydi. Geçmiş onurlandırıldı ve unutuldu. Yeni-Freudcuların revizyonları bir kez daha revize edildi. Freudcu kalıntılardan temizlenmiş olarak varoluşçu bir ambalaja (gerçek self, kişilik, kendini gerçekleştirme temalarına) ulaşıldı. “Otantiklik” öne çıktı.

Post-Freudcular şimdi (toplumsal değişimin alın teri, kiri pası olmaksızın) özgürleşmeyi önerirler. Onların bakış açılarına göre Freudcu biyolojik ve içgüdüsel psikolojiden salt hümanist, varoluşçu, kişisel bir psikolojiye doğru giden hareket bile endüstriyel toplumun ne denli özgürleşmeye doğru ilerlediğinin kanıtıdır. Şimdi nihaî özgürlüğe (öznel ve psikolojik bireye) hazırızdır. Oysa farklı bir yorum mümkündür: Öznellik, tekdüzeleşmiş bir toplumun etkisi altında dağıtılmaktadır. Ego -ya da self, bireysellik, öznellik- psikolojik düşüncede öne çıkmaktadır; bunun nedeni. tam da egonun aslında varoluştan çıkmaya hazırlanmasıdır. Çok fazla seçenekle yüz yüze kalmış, diri bir ego olduğu için değil, hiçbir seçeneği kalmamış bir ego olduğu için kimlik ve kimlik krizlerinden, güven ve güvensizlikten, otantiklik ve kötü niyetten konuşulup durulmaktadır. Revizyonistler bunu doğru olarak -egemen güvenlik arayışı olarak- okurken bile yanılıyorlar, çünkü tarihin ve toplumun ürünü olan bir şeyi -anksiyete ve güvensizliği- alıp insan varlığının evrensel bir öğesine –biyolojiye- çeviriyorlar . Varoluşu kazanırken, tarihi yitiriyorlar. Fromm “Özgür insan zorunlu olarak güvensizdir” diyordu.
Okumaya devam et