PsikeArt, Mayıs Haziran (51) 2017 (Kadınlık), sa. 6-11
Klasik eğitimi görmüş, antik bilim ve teknolojide uzmanlaşmış, uygulamalı tarih ve sosyal bilimlerde PhD’si olan Rachel Maines, 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl’ın kadın dergilerinde iğne işi çalışmalarını araştırırken son derece ihtiyatlı yazılmış vibratör reklamlarına rastlar. Reklamlar boyunlarına ve sırtlarına masaj için elektrikli aletler kullanan kadınları göstermektedir, ancak, aletleri “nefes kesici, canlandırıcı” olarak tanımlamakta ve “gençliğin tüm içe işleyen zevklerini nabızlarınızda tekrar duyacağınızı” vaat etmektedir. Maines 1999’daki bir söyleşisinde o anları şöyle anlatır: “Kendi kendime düşünceye daldım, bu benim düşündüğüm şey olamaz diye.” Maines sonra da vibratörlerin tarihi üzerine araştırma yapmaya ve yazmaya başlar. Araştırmalar 1998’de The Technology of Orgasm: “Hysteria”, the Vibrator, and Women’s Sexual Satisfaction adlı kitaba dönüşür. 2009’da In the Next Room adıyla oynanır ve 2011’de de Hysteria adıyla filmi çekilir.
Maines’in bu rastlantısal bulguları Freud’un epey eleştiri alan erkek ve özellikle kadın cinsel kimliğinin psikolojik gelişmesi hakkındaki fikirlerinin ortaya çıkış sürecine yeni bir ışık tutmaktadır.

Bu sürecin anlatılmasına geçmeden önce, bu fikirleri kısaca hatırlayalım:
Oğlan çocuğunun “erkekleşme” tarihini biliyoruz. Baştan beri bağlı olduğu annesiyle cinselliğini keşfettikten sonra evlenmek ister. Fakat babanın iğdiş etmesinden korktuğu için annesinden vazgeçer ve babasıyla özdeşleşmeye karar verir. Böylece, babası gibi olacak ve annesi gibi bir kadınla evlenecektir. İşte Ödipus… Freud kızlarda ise kendilerine özgü bir hikaye yerine, Ödipus oğlanının tersini anlatır. Freud’a göre, kızlarda cinsel kimliğin gelişmesi daha zordur ve hiç tamamlanmaz. Bir kere, kız çocuk ilk sevgi nesnesi olan annesinden vazgeçip babasını sevmelidir. İkincisi, çocukluğunun cinsel hazlarını keşfettiği klitorisi yerine vajinayı geçirmelidir. Bu hikayenin ana belirleyicisi de iki cins arasındaki anatomik farklılıklardır. Kız oğlandaki çıkıntının kendisinde olmadığını fark edince, bir yandan annesine kendisini kusurlu doğurduğu için öfkelenirken, öte yandan da “ondan kendisine de ister.” İşte bu da “penis hasedi”. Kız çocuğu penisi olamayacağını anlayınca, annesi gibi olup babası gibi birinden penis eşdeğeri olan bir bebek sahibi olmaya karar verir. Hele ki bebek penisini de kendisiyle birlikte getirirse, yani bir oğlan çocuk doğurursa, dadından yenmez. Ayrıca, oğlan çocuğu penisini yitirmesi tehlikesi altında Ödipus karmaşasını terk eder ve bastırır, bu karmaşanın kalıtçısı olarak üstben kurulurken, kızlarda zaten yitirilmiş olan penis hasedi yüzünden erkeklerdeki gibi tam bir üstben gelişmez; bu da kadının toplumsallığının, örneğin, adalet duygusunun eksikliğini açıklar. Freud şöyle der: “Kadınların çok az adalet duygusuna sahip kişiler olarak değerlendirilmesi gerektiği olgusu hiç kuşkusuz onların zihinsel yaşamında hasedin egemenliğiyle ilişkilidir; çünkü adalet istemi hasedin bir değişimidir ve karşı karşıya kalan kişinin hasedi bir yana bırakabilmesini gerektirir.”
Bu kuramlaştırmalar ya da isterseniz hikayeler diyelim, farklı yönlerden eleştirilere uğramıştır. Erkek merkezli oluşu gibi, cinsel kimliğin gelişimini anatomik farklılıklara indirgemesi gibi, kadınlığı ilkellikle, toplumsallaşma ile bir tutması gibi, kadınların eksik bir üstbene sahip olmak zorunda kalmaları gibi. Bu alanda biriken bulgular da Freud’un söylediği birçok şeyi geçersizleştirmiştir. Örneğin, kadınların cinsel haz duyma yeteneği, Freud’un dediği gibi, klitoristen vajinaya doğru bir yer değiştirmeyi gerektirmediği gibi, tam tersine, cinsel hazzın ağırlıklı olarak klitoris aracılığıyla gerçekleştiği giderek daha fazla anlaşılmıştır. Oysa Freud için klitoris güdük kalmış bir penisten başka bir şey değildir. Ya da erkeklerin toplumsal önemlerinin fazla olmasının sadece penise sahip olmalarına bağlanması, kadını sadece cinsel bir nesneye indiren eril bir turuma işaret eder.

(Starr KE, Aron L. Women on the Couch: Genital Stimulation and the Birth of Psychoanalysis. Psychoanalytic Dialogues 2011; 21: 373-392’den alındı)
Freud’un daha sonra psikanaliz adı altında toplayacağı bütün bu bilgileri başlangıçta “histeri”li hastalardan edindiğini biliyoruz. İşte Maines’in rastlantıyla bulduğu bilgiler ile psikanalizin gizli tarihi bu noktada kesişmeye başlar. Bu “gizli tarih”in çatlaklarından psikanalizin müphem yüzü seçilir gibidir. “Gizli tarih”, çünkü ne ana tıbbi metinlerde, ne feminist yazında, ne de psikanalizin kendi tarihinde histeri hastalarına uygulanan ve Freud’un da bildiği ve esinlendiği, fakat tümüyle farklı bir yöne doğru geliştirdiği “genital uyarı” ile ilgili olgulardan açıkça söz edilmektedir.
Histeri, Hipokrat’tan beri kadın cinselliğiyle ve üreme patolojisiyle ilişkilendirilmiştir. Hipokrat’ın histerinin tedavisinde kadında orgazma yol açmak amacı ile genital gölgeye tazyikli su püskürtme yöntemini kullandığı bilinmektedir. O zamandan beri histeride dişi genitalleri tıbbi ilginin ve müdahalenin odağı olmuş; bu bölgelerin uyarılması, histerinin tedavisinde standart bir tedavi uygulaması, başlarda kadın şifacıların ve ebelerin, sonra da erkek hekimler ve onların kadın yardımcılarının kullandıkları birkaç işlemden biri haline gelmiştir. Genital uyarıdan kasıt; sözcüğün tam anlamıyla, genital bölgelerin el masajı (tıp pratisyeninin ya da yardımcısının parmakları), hidroterapi (pelvik bölgeye basınçlı su masajı), vibratör masajı (elektrik gücü kullanan mekanik vibratörler) ya da genital ya da pelvik bölgeye elektrik akımı uygulanması (elektro-terapi) aracılığıyla kadın hastanın orgazm haline getirilmesidir.
Genital uyarı tedavisine dair belgeler Orta Çağ’da neredeyse tamamen kaybolup Rönesans döneminde yeniden ortaya çıkmış, 2000 yıldan uzun bir süre batı tıbbı tarafından benimsenen bir uygulama olmaya devam etmiştir. Eski Yunan metinlerinde, Rönesans tıp özetlerinde, 19. ve 20. yüzyıl modern tıbbının masaj, vibro-masaj ve elektro-terapi üzerine el kitaplarında tıbbi uygulamacılar için ayrıntılı yönergeler verilmiş, jinekologlar ve nörologlar tarafından histeri tedavisinde kabul edilmiş uygulamalardan biri olmuştur. Freud da bu yöntemi bilmekle kalmayıp bazı hastalarına uyguladığı anlaşılmasına rağmen, psikanalizde divan kullanmanın bu işlemle bağlantısını örtmek ve onu hipnozla başlatmak için özel bir gayret göstermiş gibidir.
“Tedavinin uygulandığı konumla ilgili bir gelenek hakında da bir şeyler söylemeliyim. Hastayı bir divan üstüne yatırıp onun görüş alanının dışında, arkasında oturma planını sürdürüyorum. Bu düzenlemenin tarihsel bir temeli vardır; psikanalizin evrimleştiği hipnotik yöntemin bir kalıntısıdır.”
Maines’in reklamların peşine düşerek keşfettikleri, analitik divanın hipnozun değil, masaj ve elektro-terapinin, yani, Freud’un zamanlarının yaygın görülen bir nöroloji uygulamasının eseri olduğunu göstermektedir. Freud’un hipnoza yaptığı vurgunun amacı, bu yazının iskeletini oluşturan Starr ve Aron’un makalelerinde belirttiklerine göre, meslektaşları tarafından uygulanan genital uyarı işlemine, masaja, elektro-terapiye dair bilgilerini gizlemek ve onlarla ilişkisinin üstünü örtmektir. Çünkü Freud kültür bakımından Alman, din ya da etnisite bakımından Yahudi ve uyruk bakımından Avusturyalıydı. Freud’un hem içerden, hem de dışarıdan biri (hem erkek Alman bilim adamı, hem de Yahudi) olarak konumu ve psikanalizin sadece Yahudi değil, evrensel bir bilim olarak kabul edilmesi arzusu psikanalitik yöntemi sadece hipnotik telkinden değil, gününün daha sekse dayalı uygulamalarından da uzak tutma çabalarını besliyordu. Her ne kadar histeri için tedavi olarak genital uyarı Avrupa ve Kuzey Amerika’da hem Yahudi, hem de Yahudi-olmayan pratisyenlerce yerine getirilmekte idiyse de, Freud’un yaşadığı ve çalıştığı Avrupa bölgesinde Yahudi doktorlarla ve hastalarla yakından ilişkili olan bir işlemdi. Freud’un ilk hastalarını dinlerken tüm vücuduna masaj yapmayı kabul ettiğini, güncel en iyi elektrik aletlerine sahip olduğunu ve gününün standart tedavilerinin tümünü uyguladığını iddia ettiğini biliyoruz, dolayısıyla, pekala bunları yapmış olabilir, eğitiminin ilk yıllarında da bunları görmüş olduğu kesindir. Ancak, bu uygulamadan haberdar ve bilgi sahibi olmasına rağmen, otobiyografik anlatısında bu bilgiyi sakladı, kendisini ve psikanalitik yöntemi mümkün olduğunca ondan uzak tutmaya çalıştı.
Döl yatağı (ya da rahim) karşılığı olan Yunanca sözcükten (uterus) çıkmış olan histeri, kadının doyurulmaz ve/veya yerinden edilmiş cinsel arzusunun bir belirtisi olarak değerlendirilirdi. Platon “dolaşıp duran döl yatağı”nı şehvet dolu, öfkeli, boğucu, serbest kalmak için iyice yırtıcı hale gelmiş bir hayvan olarak betimliyordu. Cinsel doyuma ulaşamadığından boğaza doğru yükselip histeriye eşlik eden boğulma ve nefes daralması hissine yol açtığı düşünülürdü. Antik dönemin Yunanlı hekimi Galen (130-200, MÖ) histeriyi özellikle tutkulu kadınlarda cinsel tatminin olmamasına bağlamıştı ve uterusun orgazm aracılığıyla boşalma ihtiyacında olan harcanmamış tohumlarla tıkanmış hale geldiğine inanıyordu. Galen’in yazılarında histerisi olan bir dulun masajla tedavisine dair ayrıntılı notlar mevcuttu.
Kadınların dışlandıkları, üst-sınıftan, üniversite kökenli, kilise denetimindeki tıp mesleğinin yaratılmasına kadar, halka genel pratisyen olarak kadın şifacılar ve ebeler hizmet ediyordu. Gerçekten işe yarayan tedavilerle ilgili deneyimlere sahip olanlar üniversite eğitimi görmüş olan erkek hekimler değil, ebelerdi. Cadı avlarını takiben kadın şifacılar erkek tıp mesleği tarafından “batıl inançlı ve şeytani”, “kocakarı ilaçları yazıyorlar” diye itibarsızlaştırıldılar. Ebelik pratikleri üst sınıftan erkek hekimler tarafından ele geçirildi. Pratisyen olarak rollerinden atılan ebeler erkek hekimin yardımcısı (asistanı) olmaya tayin edildiler. Başlangıçta kadın hasta ile onun ebesinin kişisel alanı olan ve sonra Batı tıp nizamında “Galen’in dul tedavisi” olarak bilinen şey, müesses nizamın sadece erkek olan tıp mesleği tarafından tıbbileştirilmiş, cinsellikten arındırılmış bir “orgazm-by-proksi”ye dönüştürüldü.
Müslüman hekim, “modern tıbbın babası”ve Batı’da Avicenna diye bilinen İbni Sina (930-1037 MS) Galen’in “dulun tedavisi”ni kendi tıp sisteminin içine almış ve bu yöntem yüz yıllarca standart tıp külliyatının bir parçası haline gelmişti. Orta Çağ’da genital uyarıyla ilgili yazılı belgeler kilisenin tıp mesleğini denetlemesine bağlı olarak Batı’da yeraltına inerken, bu tedavi İslami tıp metinlerinde belgelenmeye devam etti. Sonraki tıp yazarları çağdaşlarına bu tekniğin kullanımı hakkında eğitim verirken Galen ve İbni Sina’nın otoritesine başvururlar. Rönesanstan bir örnek, Pieter van Foreest’in tıp özetleri kitabı Observationem et Curationem Medicinalium ac Chirurgicarum Opera Omnia’dan histerinin tedavisi üzerine bir bölümden:
“Bu belirtiler gerektirdiğinde bir ebenin yardım etmesini isteriz ki bir parmağı içerde olmak üzere zambak, misk kökü, safran vb. bir şeyin yağını kullanarak genital organlara masaj yapabilsin. Bu şekilde hastalığa yakalanmış olan kadın paroksizme ulaşacak şekilde uyarılabilir. Bu türden parmakla uyarma diğerlerinin yanı sıra Galen ve İbni Sina tarafından dullar, hayatlarını bekaret içinde yaşayanlar ve kadın dindarlar için önerilir. Çok genç kişiler, hayat kadınları ya da evli kadınlar için fazla önerilmez, onlar için eşleriyle ilişkiye girmeleri daha iyi bir tedavidir.”
“Galen’in dul tedavisi” 20. yüzyılın başlarına kadar genital uyarı için bir örtmece olarak kullanılmaya devam etmiştir. Hastanın tedavinin sonucu olarak ortaya çıkan fiziksel kasılmalarına “paroksizmler” denir, kadın orgazmını aynı zamanda tıbbileştiren ve cinsellikten arındıran ve modern çağlara değin histerinin tıbbi betimlemelerinde kullanılmaya devam eden bir terimdir bu. Kadının arzusu ve cinsel doyumu silinmiştir. Hatta bazı tıp otoriteleri hekime önce klitorisi okşayarak hastayı cinsel arzu açısından sınamayı öğütlüyordu; eğer hekim hastada herhangi bir cinsel arzu ya da haz işareti saptadıysa, tedavi hemen durdurulurdu.
Cinsel olarak uygun olmayan sonuçlarından kaçınmak ve sıradan okurun dikkatsiz okşamalarından korunmak amacıyla genital uyarı uygulaması tıbbi metinlerde genellikle Latince betimlenir; metinler sadece doktorlara ve avukatlara satılır ve halka verilmezdi. 19. yüzyıl boyunca doktorlar hastalarının önünde cinsel meselelerden konuştuklarında da Latinceye başvururlardı. Daha sonra tedavi daha da tıbbileştikçe ve elektriğin ve onunla ilişkili teknolojilerin alana girişiyle birlikte cinsellikten arındırıldıkça, evli kadınların da düzenli olarak spaları ziyaret ettiklerini veya eşleri tarafından tedavi için hekimlerin ofislerine getirildiklerini okuyoruz.
- yüzyıla doğru genital uyarıya dönük örtmeceli terminoloji histerik belirtilerin herhangi bir organdan ya da beden kısmındaki tahrişlerden kaynaklanabileceğini savunan refleks kuramını yansıtıyordu. Uyuşturulmuş tahriş bölgesine uygulanan müdahalelere “yerel tedaviler” deniliyordu; histerik hastaların büyük çoğunluğunu oluşturan kadınlarda sorunun kaynağı olarak genellikle düşünülen yumurtalıklar, döl yatağı ya da cinsel organlardı. Bu bağlantı, o bölgelere yönelik çeşitli müdahalelerin geliştirilmesine neden olmuştu. Masaj ya da elektro-terapi yoluyla genital uyarıya “yerel masaj” ya da “yerel ovalama” deniyordu ve histerik refleksten sorumlu pelvik, genital ya da rektal bölgeye doğrudan doğruya el masajı, hidro masaj, mekanik vibratör ya da elektriksel akım uygulanmasına işaret ediyordu. Çok daha az hoşnutluk veren “yerel” tedaviler sülük yapıştırma, enjeksiyonlar, elektrik şokları, yakma ameliyatları, klitoridektomiler (klitorisin kesilmesi) ve diğer jinekolojik operasyonları içeriyordu.
Bu “karanlık” dönemlerde kadının klitoris yoluyla cinsel doyum anlayışı hepten tolere edilemez bir şeydi, çünkü üremeyle bir bağlantısı yoktu ve penetrasyon olmaksızın bağımsız olarak haz alabilme imkanı gösterdiği için, kadınları daha çok erkeklere benzetiyordu. Klitoral olarak kendi kendini uyaran kadınlar, erkekler gibi “isteyen” kadınlar olarak görülürdü. Kadın cinselliğinin bu etkin (ve bu yüzden de “eril”) yönünden duyulan rahatsızlık, klitorisle ilgili tıbbi bilgilerdeki yüz yıllar süren boşlukta belirgindir. 17. yüzyılda klitorisin yapısı ve cinsel hazdaki rolü konusunda çok şey biliniyor olmasına rağmen, sonraki 300 yıl boyunca bu bilgilerin çoğu atlandı, görmezden gelindi ya da büyülü bir kaybetme hareketiyle anatomi başvuru kitaplarından hepten çıkarıldı. 19. yüzyıl bilimcileri orgazmda klitorisin anatomik rolünden pekala haberdar olsalar da, birçok tıp yazarı hiçbir kanıta dayanmadan, çoğu kadının klitoral orgazmdan cinsel haz hissetmediğini iddia ediyordu. Erkek merkezli bir tıbbi modelden bakılarak kadınların cinselliği yerli yerine oturtulmuştu: edilgin bir konumda ve erkeklere bağımlı… Erkekler kendilerini “gerçek erkek” hissetmek amacıyla kendi erkekliklerini tanımlarken kadınların cinsel doyuma ulaşmak için edilgin bir şekilde penetre edilmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Freud’un Paris’te Charcot ile çalıştıktan sonra pediatri eğitimi aldığı Profesör Adolf Baginsky mastürbasyonu hem erişkinlerde, hem de çocuklarda histerinin başlıca nedeni olarak tanımlamasıyla ünlenmişti. Freud’un hem histeriyle, hem de kadın cinselliğiyle ilgili anlayışı bu tıbbi ve kültürel ortamda, onun daha sonraki psikanalitik kuramlaştırmalarını kuşkusuz etkilemiş olan bir bağlamda geliştirilmiş olduğu unutulmamalıdır.
Charcot genellikle kadın hastalığı olarak görülen histeriyi erkeklere de yaymakla kalmadı, özellikle anti-Semitik Avrupa kültürünün gözlerinde kadınsı olarak değerlendirilen Yahudi erkeklerine de uyguladı. Anti-Semitik fantaziyle sözde-bilimsel anatominin mükemmel bir karışımıyla Yahudi erkeğinin sünnetli penisi kadın klitorisiyle eşitlendi; her ikisi de aşağı bir penis olarak görüldü. Freud’un zamanının Almancasında kadın mastürbasyonuna “Yahudiyle oynamak” deniyordu. Kültürlenmiş bir Alman olarak toplumunun anti-Semitik hakaretlerinin pekala farkında olan Freud kuşkusuz bu söze de aşinaydı. Aslında daha sonra iğdiş edilme kaygısına dair kuramını geliştirirken özellikle Yahudilere nefret ile kadınlar üzerine üstünlük hisleri arasında, kökeninde sünnet (iğdiş edilme) bulunan bir bağlantı kurmuştu. Küçük Hans olgusuna bir dipnotta şöyle yazıyordu:
“İğdişlik karmaşası anti-Semitizmin en derinlerdeki bilinçdışı kökenidir; çocuk yuvalarında bile küçük oğlan çocukları bir Yahudi’nin penisinden bir şeylerin -penisinin bir parçasının, diye düşünürler- kesilerek koparılmış olduğunu işitir ve bu onlara Yahudileri aşağılama hakkı verir. Kadınlar üzerinde üstünlük hissinin de daha güçlü bilinçdışı bir kökeni yoktur.”
Freud histerinin kalıtımla geçen bir hastalık olduğu savına karşı özellikle duyarlıydı, çünkü Yahudilerin anti-Semitik bir şekilde ensetiyöz (namahreme uçkur çözen), yozlaşmış bir ırk olarak görülmesine katkıda bulunuyordu; bu görüş onun çalıştığı tıbbi ve bilimsel toplulukta egemendi.
Freud’un eğitim aldığı, zamanının en ünlü nörologu olan Charcot yerel vibratör ve elektriksel donanım alanında değerli katkılarda bulunan ve taşınabilir vibratörler dahil en son donanıma sahip olan biri olarak tanınmıştı ve Salpetriere’deki öğrencilerini de bu yeni aletlerle deneyler yapmaya teşvik ediyordu. Freud’un eğitimi sırasında histerik hastalarda bu tedavilerin kullanıldığına tanık olduğu kesindir. Freud’un elektro-terapi uygulamalarında güvendiği başvuru kitabı da dahil, masaj ve elektro-terapi ile ilgili standart el kitapları histerinin, nevrasteninin ve cinsel ya da üreme sisteminin tahrişi ya da işlev bozukluğuyla ilişkili olduğu düşünülen diğer çeşitli bozuklukların tedavisi için genitallerin yerel uyarılmasına dair açık talimatlar içermektedir. Freud “Otobiyografik Çalışma”sında (1925) şöyle yazıyordu: “Elektroterapi bilgilerim W. Erb’in başvuru kitabından geliyordu. Bu kitap sinir hastalıklarının tüm belirtilerinin tedavisi için ayrıntılı talimatlar veriyordu.” Freud’un zamanının son derece saygı duyulan Alman nörologu ve önde giden elektro-terapisti olan Erb sinir hastalıklarının tedavisi için elektriksel uyarım üzerine ayrıntılı talimatlar veriyor ve “olguların çoğunun genitallerin doğrudan uyarılmasını da gerektirdiklerini” kaydediyordu. Sinir hastalıklarını kısmen “doğuştan gelen nevropatik bir kusur”a bağlıyor, Yahudileri ve kadınları özellikle yatkın olarak tanımlıyordu.
Freud’un 1886’da Viyana’da nöroloji pratiğine başladığı bağlam buydu. Yahudi olduğu için Viyana hükümetinin ve yerleşik tıp kurumunun anti-Semitik politikalarıyla karşılaşan çoğu Yahudi doktor gibi üniversitede tıbbi bir görev edinemeyen Freud, çok daha az prestijli olan bir özel muayenehane uzmanı olmak zorunda kalmıştı. Aslında bu kurumsallaşmış anti-Semitizmden ötürü çoğu özel muayene pratisyeni Yahudiydi; onlar çoğunlukla Yahudileri tedavi eden dermatologlar, jinekologlar ve nörologlardı. Bir nörolog olan Freud da nörolojik bozuklukları ve histerisi olan hastaların tedavisinde uzmanlaşmıştı. Neredeyse hepsi Yahudi kadınlar olan müşterilerinin elektro-terapötik tedavisi için önemli miktarda para yatırmış ve mevcut en pahalı ve gelişkin donanımları satın almak için çocukluk arkadaşı Ernst Fleischl’den borç almıştı.
Freud elektro-terapiye ek olarak masaj, hidroterapi ve hipnoz dahil histerinin sıklıkla uygulanan diğer somatik (bedensel) tedavilerini kullanıyordu. Bu fiziksel terapileri kullandığını kabul etmekle birlikte, otobiyografik ve tarihsel anlatılarında hipnoz uygulamasını ve ardından hipnotik telkini reddetmesini daha fazla vurguladı. Freud’un vurgusunu takiben psikanalizin anlatısal tarihi de geleneksel olarak psikanalizin doğuşunu özellikle Freud’un hipnozu ve hipnotik telkini reddetmesiyle bağlantılandırdı. Fakat Freud’un eğitimini gördüğü ve uygulamasını yaptığı bedensel terapi bağlamını akılda tutar ve Freud’un kendi yazılarına yakından bakarsak, kadın hastalarını sadece hipnotize etmediğini, her sözcüklerini dikkatle dinlerken onları elektriksel olarak uyardığını ve bütün vücutlarına masaj yaptığını da anlarız. Freud, Emmy von N. olgusunda şöyle yazar: “Tüm vücuduna günde iki kez masaj yapacağım.” Ya da “masaj için gerekli olan havluları aramak zorunda kaldığımda Emmy huzursuz oldu.” Ya da: “Bu yüzden ona bu sabah neden bu kadar huzursuz olduğunu sordum… âdetinin tekrar başlayacak olmasından korktuğunu ve bunun masajı gene engelleyeceğini söyledi.”
Freud’un Emmy von N’ye masaj yaptığı sırada, çoğu Yahudi jinekolog ve nörolog olan çağdaşlarının birçoğunun kadın hastalarına genital masaj uyguladığına kuşku yoktur. Elektriğin keşfi ve elektromekanik vibratörün bulunması bunu mümkün kılmıştı. Vibrasyonun histeri üzerine sağaltıcı etkileri elektriğin çıkışından uzun süre önce de bilinmesine rağmen, mevcut teknoloji yetersizdi. Histerik kadınlara da ritmik ve erotik yararları için at binmeleri ya da uzun ve engebeli tren ve araba yolculukları reçete ediliyordu. Elektrik, bu süreci önemli ölçüde hızlandırdı. Yazının başında söz ettiğim tarihçi Rachel Maines (1999) The Technology of Orgasm’da 19. ve 20. yüzyıllarda histerik kadınların tedavisinde mekanik vibratörlerin yaygın bir şekilde kullanıldığını itiraza yer bırakmayacak biçimde belgeledi.
Bu masaj donanımı pahalı olmakla birlikte, mekanizasyon sıkıcı bir iş olan, bir kadını el masajı yoluyla orgazma ulaştırma görevini daha az yorucu, daha etkili ve böylece doktorun muayenehanesini de çok daha kazançlı kılmıştı. Histeri tanısı alan kadın hastalar düzenli bir temelde tedaviye geri gelebilir, “paroksizme” eriştirilebilir ve tatmin olmuş tüketiciler olarak ofisi terk edebilirlerdi. Birçok hekimin vibratör çalıştırma odası vardı. Bu odalar analistin görüşme odasına çarpıcı ölçüde benzemektedir ve muhtemelen analitik divanın öncülleri olan şeylerle doludur. Batarya büyüklüklerinin azalması ve evlere elektrik gelmesi ev kullanımına uygun taşınabilir vibratörlerin tasarlanmasına yol açtı. Bir vibratör markası “küçük ev doktoru” diye reklam yapıyor, yanındaki gereçlerle, belki de mastürbasyon fantazisiyle birlikte satılıyordu. 1900’lerin başlarında bu vibratörlerin seksle ya da mastürbasyonla açıkça bağlantısı olmadığını kaydetmek gerekir. Ancak 1920’lerde pornografik filmlerde göründüklerinde halk onları seksle kolayca özdeşleştirmiştir. Nasıl ki doktorlar cinselliği ve orgazmı paroksizmlerden ayırdılarsa, reklamcılar da vibratörün cinsel ve orgazmik amacını reddetmişlerdi. Gerçekteyse taşınabilir ev vibratörü doktorları hızla işinden etti, klitorisin “yeniden keşfedilmesi”ne yol açtı ve sonunda histeri tanısının gözden kaybolmasına neden oldu.
Freud ise, histerinin standart bedensel tedavisi olarak elektro-terapiyi yaygın bir şekilde kullanırken bile onun yararından kuşku duymaya ve başlıca iyileştirici etkisini “hekimin tesirine”, yani telkine bağlamaya başladı. Histeriyle ilgili egemen jinekolojik modelle tanışıklığı iyi olan Freud genital tahrişin histerinin kaynağı olmasını sorgulamaya başladı ve bu sinir hastalığı için bedensel değil de, ruhsal bir neden ileri sürdü. Elektroterapiden ve Erb’in elektroterapi başvuru kitabından düş kırıklığına uğramıştı:
“Ne yazık ki çok geçmeden bu talimatları takip etmenin hiçbir yararı olmadığını ve kusursuz gözlemlerden bir örnek olarak kabul etmiş olduğum şeylerin sadece bir fantazi inşası olduğunu görmeye yöneldim. Alman nöropatolojisinin en büyük isminin çalışmalarının gerçekle ucuz kitapçılarda satılan “Mısır” düşler kitabından daha fazla ilişkisi olmadığını kavramak acı vericiydi, fakat henüz özgürleşmemiş olduğum otoriteye yönelik bir başka zararsız inanç kırıntısından kurtulamama yardım etti. Böylece, Moebius sinir hastalıklarında elektrik tedavisinin başarısının (eğer varsa tabii) hekimin telkininin sonucu olduğunu açıklayarak durumu kurtarmadan da önce, ben elektrikli aletimi kenara koymuştum.”
Histerik belirtilere psikolojik bir neden ileri sürmekle, psikanalizi sadece telkinin değil, tıptaki meslektaşlarınca uygulanan bedensel tedavilerinin de karşısında konumlandırıyordu. Freud kendisini ve psikanalizi küçük çocuklara bile uygulanan sadistik, gereksiz ve yaygın jinekolojik ameliyatlar, yakma ameliyatları ve iğdiş etmelerin lekesinden ayrı tutmak amacıyla ve bilerek hem bu tedavilere, hem de pediatri geçmişine herhangi bir referanstan kaçındı. Dahası, Freud’un bu fiziksel terapileri reddetmesinin ek bir boyutu daha vardır: Psikanalizi bu tedavilerin karşısına koyarken aynı zamanda kendisini Yahudilerin genetik ve biyolojik olarak miras alınan sinir hastalığına yatkın, bozulmuş ve ensestiyöz bir ırk olarak nitelenmesinden de uzaklaştırıyordu. Bilindiği gibi ,Yahudilerin yoğunlukla yaşadıkları Viyana’dan çıkan bir hekimin bilinen tedavilere karşı geliştirdiği nevzuhur fikirlerden rahatsız olan müesses nizama karşı Freud’un bir korunma yolu da Viyana’yı psikanalizin merkezi olmaktan çıkarmak, Zürih’ten ve Aryan ırktan birini (Jung’u) dümene geçirmekti. Böylece, psikanalizin bir “Yahudi ulusal meselesi” olduğu anlayışı da zayıflayacaktı.
Freud gününün bedensel tedavilerini reddettiyse de, psikolojik kuramlarında biyolojik temelli uyarım ve boşalma modeline bağlı kaldı ve libidinal isteklerin doyumu ve engellenmesi dürtü kuramına egemenleşti. Nasıl ki genital uyarının amacı önceden birikmiş olan gerilimi serbestleştirmekse, Freud’un dürtü kuramında da mantık aynıydı: gerilimin ortadan kaldırılması ya da boşaltılması… Freud bu biyolojik mantığı psikolojize etti, fakat hiçbir zaman bedensel gerilimlerin düzenlenmesinin nevrozların sürmesinde rol almaya devam ettikleri düşüncesinden vazgeçmedi. Çalışmalarının başında güncel nevrozları psikonevrozlardan ayırdı ve bu ayrımı hiçbir zaman terk etmedi. Kaygı nevrozu ve nevrasteniyi ve daha sonra hipokondriayı içeren güncel nevrozların birikmiş cinsel gerilimden kaynaklandığını düşünüyordu. Her ne kadar bütün vurgusu dramatik, hatta devrimci bir tarzda ruhsal çatışmalara, kişisel anlama ve hastalığın tarihsel kökenlerine doğru kaymış olsa da, Freud’un kuramlaştırmasının bu yönü, bedenle, hastasının biyolojik işlevleriyle ve hastanın şimdiki güncel hayatıyla bazı ortak kökleri koruma çabasıydı. Anna O.nun (Bertha Pappenheim) “baca temizliği” ifadesini uydururken aklında olan şey belki de buydu:
“Kuşkusuz baca imgesi, sıcağın ve dumanın geçiş yolu, arzuya dönük vajinanın içini, temizleyicinin ve fırçasının fallik girişini çağrıştırır. Freud, 1909’da Jung’a “Baca temizliği koitusun simgesi olan bir eylemdir; Breuer’in hayal bile etmediği bir şey” diye yazar.
Freud daha sonra baştan çıkarma kuramını terk ettiyse de, başlangıçta histerik kadın hastaların birçoğunun cinsel olarak istismar edilmiş olduklarına inanıyordu. Bugün çocukluktaki cinsel istismar hakkında bildiklerimiz düşünülürse ve 19. yüzyıl tıbbının kadınlara yönelik aşağılayıcı tutumu hesaba katılırsa, bu histerik kadın hastaların bir kısmının belirtilerinin kaynağı olarak gerçek cinsel travma yaşadıkları sonucuna varmalıyız. Bu müdahalelerin (jinekolojik müdahaleler, ameliyatlar, yakma ameliyatları ve uyarmaların) zaten travmatize olmuş bu kadınlar üzerindeki etkisini hayal etmek bile ürperticidir.
Özetle, Freud’un psikolojik kuramları kaçınılmaz biçimde geliştirildikleri daha geniş bağlam tarafından şekillenmişti. Biz Freud’un anti-Semitizme tepkisi kadar 19. yüzyıl tıbbının daha geniş bağlamını da hesaba katarsak ancak psikanalizin kuramsal dayanakları anlam kazanır. Bu insanların (Yahudilerin) ensest kuşaklarından ötürü nevrotik ve sapkın olmakla suçlandıklarını ve Yahudi erkeklerinin sünnet oldukları için diğerleri ve kendileri tarafından iğdiş edilmiş ve kadınsı olarak görüldüklerini kavradığımız zaman Freud’un neden Ödipus karmaşasını nevrozun ve iğdiş edilme kaygısının temel taşı olarak inşa ettiğini anlamak daha kolay olur. Freud’un dönüşümünde ensestiyöz olanlar sadece Yahudiler değildir, hepimiz Ödipal arzulara sahip oluruz; iğdiş (sünnet) edilen sadece Yahudiler değildir, hepimizin iğdiş edilme kaygıları vardır; ilkel ve sapık olanlar sadece Yahudiler değildir, biz hepimiz bilinç-dışımızda bu özellikleri taşırız.
Freud ne yazık ki bu ikilikleri evrenselleştirme sürecinde Yahudilere atfedilen negatif karakteristikleri kadınlara yansıtmıştı. Örneğin, Freud’un kuramlaştırmalarında modern okur açısından belki de penis hasedi kavramından daha şaşırtıcı bir şey yoktur. Freud tarafından ileri sürülmüş olan kızların cinsel gelişme süreçlerinde kendi cinsel organlarını keşfetmedikleri, onun yerine “çocuğun bütün ilgisinin onun (penisin) olup olmaması sorusuna yöneldiği” fikri bugün bize mantıksızca erkek-merkezli görünmektedir. Fakat eğer Freud’un kuramlarını geliştirdiği bağlamı, yani, kadın cinselliğiyle ilgili 19. yüzyılın erkek-merkezli tıbbi modelini düşünürsek, tam yerine oturur. Freud tıptaki meslektaşları gibi klitorisi kadın cinselliğinin yeri olarak değil, aşağı bir penis; toplum tarafından erkek Yahudinin sünnetli penisiyle eşitlenen kadın penisi olarak görüyordu.
Klitorisin ihmali ve değersizleştirilmesi ne Freud’la başladı, ne de onunla sona erdi. Freud paroksizm ile orgazm arasında ayrım yaparak ve cinsel organ tanımını vajinal penetrasyona sınırlayarak klitorisi değersizleştirmeye dönük uzun geleneği kurama alıp pekiştirdi. Freud’un 19. yüzyılın kadın cinselliği görüşünü psikanalitik kuramın içine alıp resmileştirmesinin, bu bakışın kadınlar açısından negatif sonuçlarının 20. yüzyıla kadar sürdürülmesi gibi bir etkisi oldu. Horney ve Klein gibi iddialı feminist eleştirmenler arasında bile vurgu klitorisin duyarlılığı ve yüksek cinsel kapasitesi üzerine değil, kız çocuğunun vajinadan erkenden haberdar olması üzerine olmaya devam etti. 1960’lar gibi geç bir dönemde bile birçok kadın analist klitorisin önde gelen rolünü kabullenmeye direniyordu. Psikanalistleri tarafından vajinal orgazm olamadıkları için frijit olduklarının söylenmesinin kadınlar, özellikle de psikanalize gerçekten inananlar üzerinde süregiden zarar verici etkisini kabul etmeliyiz. Bunun en uç örneği, vajinal orgazma ulaşabilsin diye klitorisini vajinaya yaklaştırmak için sayısız başarısız ameliyat geçiren Freud’un hastası, müridi, velinimeti Prenses Marie Bonaparte’tı.
Freud açısından “kadınlığın inkarı” (bununla kastettiği şey penis hasedi ve iğdişlik kaygısıydı) nihayetinde biyolojik bir olgu, altta yatan ruhsal hayatın “temel taşı”, “seksin büyük bilmecesi”nin bir parçasıydı. Kadınlardan erkek olma arzusundan vazgeçmesi ve onun yerine bebeğe sahip olma arzusunu geçirmesi; klitorisle simgelenen özerk erkeksilikten vazgeçmesi ve onun yerine penetrasyon ihtiyacında olan vajina tarafından temsil edilen edilgin kadınsılığı koyması; dünyaya bütünüyle katılma fallik arzusundan vazgeçmesi; erkek egemen toplumdaki edilgin kadınsı konumu kabul etmesi bekleniyordu.
Sonuç
Ne yazık ki kadın hastaların genital uyarı işlemlerini nasıl yaşadıklarına dair yazılı kayıtlara sahip değiliz. Bunu cinsel bir işlem olarak görüp görmediklerini, paroksizmi orgazm olarak anlayıp anlamadıklarını ya da evli kadınların kocalarına “yan odada” neler olup bittiğini anlatıp anlatmadıklarını bilmiyoruz. Ancak, sonuç olarak şu vurgulanmalıdır: Freud kaçınılmaz olarak kültürü tarafından şekillenmiş olsa da, zamanının epey ilerisindeydi. Histerik belirtilerin psikolojik olarak anlaşılmasını önererek kadınların profesyonel tıbbın genital parmaklamasına maruz kalma olasılığını önemli ölçüde azalttı. Çok az doktorun hastaların hayat hikayelerine kulak verdiği bir zamanda Freud hastalarını ciddiye aldı, onları dikkatle dinledi, hayatlarının anlamını anlamaya çalıştı ve utanmadan seks hakkında konuşmayı mümkün kıldı. Böylece, esas kendisinden önce aletlerle, parmaklarla, ameliyatlarla bir nesne (söylenmese de, pekala cinsel bir nesne) derecesine düşürülen kadınlığı dile taşımayı; aletlerin, parmakların, vs: yerine sözlerin kullanılmasını mümkün kıldı. Yaşadığı kültürün kısıtlayıcı etkilerinden arındırıldığında, yaptığı şeyin kadınlık anlayışındaki devrimci anlamı üstüne düşünmeye değer. O halde, yazıyı da onun sözleriyle bitirelim.
“Eğer dişillik hakkında daha fazla şey öğrenmek isterseniz kendi yaşam deneyimlerinizi sorgulayınız ya da şairlere yöneliniz ya da bilim size daha derin ve daha tutarlı bilgi verebilinceye dek bekleyiniz.”
Kaynaklar:
Freud S. Histeri Üzerine İncelemeler (Çev: Dr. Emre Kapkın), Payel Yayınevi, İstanbul, 2001.
Freud S. Ruhçözümlemesine Yeni Giriş Konferansları. (Çev: Dr. Emre Kapkın, Ayşen Kapkın) Payel Yayınevi, İstanbul, 1998.
Krausz GO. Freud’s Devaluation of Women. Individual Psychology 1994; 30(3): 298-313.
Starr KE, Aron L. Women on the Couch: Genital Stimulation and the Birth of Psychoanalysis. Psychoanalytic Dialogues 2011; 21: 373-92.
Tartışma
Yorumlar kapatıldı.